19274
--- alıntı ---
(gbkz: sayın ekrem memnun ile karşı karışıya oturuduğumuzda aklıma gelen ilk soru 1999 senesinde euroleague 3.sü olan ekrem ile 2014 senesinde euroleague şampiyonluk kupasını kaldıran ekrem arasında ne fark var diye sormak oldu. herhalde arada ki farkları anlamak bu süreci, gelişimi ve tecrübeleri kısaca özetler diye düşündüm. evet neydi arada ki fark?)
99 senesinde 30 yaşındaydım bugün 45 yaşındayım. o zaman yeni antrenördüm henüz 3.senemdi, çok gençtim, yeterli tecrübeye sahip değildim. 99 senesinde kaybettiğimiz yarı final maçını yıllarca düşündüm ama gerçekten hep düşündüm. çok basit hatalar yaparak kaybetmiştik. hep kendi kendime bu pozisyona gelmek çok zor ve oraya gelindikten sonra hazır olmak lazım bu şans her zaman gelmiyor dedim. maçtan sonrada hatta aradan seneler geçtikten sonra bile o maça antrenör olarak daha iyi hazırlanabileceğimi düşünürüm ve kendimi çok suçladım o maçla ilgili. o zamanda avrupa’nın en üst seviyesindeydim ve o da kısıtlı bir kadroydu ve o yarı final maçını geçemedik.
bugüne gelince arada ki 15 sene benim için tecrübe anlamında süper geçti. hep çok iyi yerlerde oldum. eurloeague erkelerde 6 sene çalıştım. darüşşafaka spor kulübünde ve yurt dışında baş antrenörlük yaptım. büyük antrenörlerle çalışma şansım oldu. çok büyük antrenörlere karşı takım hazırlama, onların felsefelerini iyi analiz etme şansım oldu. basketbol görüşüm bambaşka yere gitti. bu arada özel hayatım değişti, evlendim, bir ailem oldu. yutkunmayı öğrendim, daha asiydim daha otoriterdim, bir bakışa bile taviz vermezdim. yine bir sürü özelliğim yapımda duruyor ama daha fazla yutkunmayı öğrendim. çocuğu olduktan sonra da insan bir başka oluyor. mesela ben hiçbir zaman hiçbir oyuncumu bilinçli ve kasıtlı olarak üzmemişimdir. farkında olmadan kırdığım oyuncularım olmuştur. dönüp düşündükçe görüyorum bunları. annelerinin babalarının o anda ne hissetmiş olduklarını ece’den sonra daha çok düşünmeye başladım. aile kurmak beni bambaşka bir yerede götürdü. çelen aslında fazla konuşmaz ama oyuncuyla empati kurabilmeyi o’ndan öğrendim. bana oyuncularım için şimdi o böyle düşünüyordur şöyle hissediyordur gibi fikirlerini söyler ve beni gerçekten bu konularda oldukça yonttu.
(gbkz: geçen 15 sene içinde ekrem memnun işte bunları yaşamış. mesleki anlamda önemli tecrübeleri olmuş. bir aile kurmanın kendine kattıklarını, hayatında çok önemli yeri olan iki zarif hanımefendinin kendisini nasıl değiştirdiğini çok güzel sözlerle ifade etti. ve şimdi günümüze, galatasaray serüveninin hayatında tekrar başlaması zamanına geri dönelim. bu süreci neden ve nasıl başlattı? erkek takımından nasıl ayrıldı?)
bu iş bana daha öncede bir kaç kez teklif edildi. anadolu efes’te görevim devam ettiği zamanlardaydı bu dönem. ancak anadolu efes’ten hep bir baş antrenörlük bekledim. seneler içinde baktım ki bu hedef gerçekleşmeyecek, bu şans verilmeyecek. ben de yavaş yavaş bu durumu kendi içimde kabul etmeye başladım. anadolu efes ile bu durumu hiç konuşmadan ve galatasaray’dan bana bu son kabul ettiğim teklif gelmeden takımdan ayrılmaya karar vermiştim zaten. o zaman galatasaray’da sportif koordinatör olarak murat tümer vardı. arayıp teklifte bulundu. bu tekliften önceki sene de seimone augustus ve slyvia fowles’lı kadroda da aranmıştım ancak o zaman dışarıdan bir göz olarak bakınca hedeflerinin pek gerçekçi olmadığına kanaat getirmiştim. o günkü şartlar altında böyle düşündüm. yine o günkü şartlar altında düşüncem kadın basketbolunda nevriye’nin olduğu takımda terazinin farklı tartacağı yönündeydi. o sırada nevriye fenerbahçe’deydi ve gelemezdi. sonra ki teklifteyse nevriye benim galatasaray’a gelişimde bir etken oldu. kontrat serbestliği olmasıyla beraber transfer edilebilme ihitmali oluştu.
“ben nevriye’yi sadece 10 sayı atsın 6 ribaund alsın diye bu takıma almadım. beynini, ruhunu, kalbini karekterini almak istedim”
doğdu. benim galatasaray’a gelebilme şartlarımdan biri onu getirebilmekti. burada son şampiyon olduğum kadronun oyuncularındandı. kendisine çok emek verdim. o dönemlerde gençti ve zor bir takımdaydı. hakikaten bebeğimiz gibi ilgilendik o zamanlarda. bir sezon oynadı sonra maalesef bel fıtığı ameliyatı oldu. şimdiki zamana benzer bir durumdu yine öyle denk geldi 1 sene bel rahatsızlığı yaşadı sonraki bir sezon oynadı. ben onun şampiyonluk yolunda belirleyici bir faktör olduğuna inanıyorum. ben erkek takımında o fenerbahçe’deyken arada sırada konuşuyorduk ama böyle dost sohbetleriydi. sonra benim galatasaray’a gelişim kesinleşince bu olayı konuşmaya başladık. “bana sakat diyorlar kazara birşey olursa sana çok yüklenirler, tabi sakatlık bu herkese olabilir ama bana olursa farklı olur”dedi. sonra o’nu ikna etmek için baya uğraştım. sen gel eğer olursada bütün herşeyi üstüme alacağım dedim. böylece benim galatasaray dönemim nevriye’yle beraber tekrar başlamış oldu. o da yazın milli takımla ankara’da ki olimpiyat elemelerini ve londra’da ki olimpiyatları sorunsuz ve başarıyla oynadı. bizim sezonumuz başladığındaysa yazık ki sakınılan göze çöp battı, korktuğumuz başımıza geldi ve sezon başında sakatlandı. çok şeyler yazıldı çizildi sakat alındı diye. ben bu insanları çok ayıplıyorum. bu yazılanlar çok haksızca yazıldı. kadın basketbolunun en önemli oyuncusu olan insana karşı haksızca yapılmış eleştirilerdi. nevriye’nin durumu kazandıkları, kazandırdıkları ve ahlakı ortada. dünyada tüm iyi oyuncuların sakatlıkları var ki bu yüzde uzun oyuncularda daha fazla. biz nevriye’yi 5-6 doktor kontrolünden geçirdik. yine de saldırılara maruz kaldı. en büyük başarılarda pay sahibi olan bu oyuncuya bu kadar yüklenmek yanlıştı. benim şartım onu alıp gelmekti aldım geldim. olimpiyatlarda harika oynadı. sezon başında müthiş antrenman yapıyorduk kötü bir çarpışmada oldu herşey. sonrası nevriye için zor dönemlerdi. sonunda o’da cevabını çok güzel verdi.
basketbol takımı maçı sadece basketbol sahasında oynanmıyor sadece sahada hazırlık yapılmıyor. bu uzun dönemin, oteli, otobüsü, soyunma odası var. antrenör olarak biz oyuncularla 2 yada 3 saat vakit geçiririken onları ne kadar etkileyebiliriz ki? ama işıl ve nevriye gibi oyuncular otobüs, soyunma odası, yemekler, takım organizasyonu gibi yerlerde ciddi görevler üstlendiler. nevriye geçen sene takımla neredeyse hiç beraber olamadı. ama bu yıl daha aktif oldu. kendi özel antrenman ve tedavileri vardı. ancak bu dönemde işıl işi ele aldı zaten birçok konu da olduğu gibi bu konularda iki sezondur müthiş iş ve görev yaptı. ben nevriye’yi sadece 10 sayı atsın 6 ribaund alsın diye bu takıma almadım. inanın bunlar hiç önemli değil. o önemli bir karekter. beynini, ruhunu, kalbini karekterini almak istedim ve sonunda doğru karar verdiğimizi herkes gördü.
“sancho, insan değil, sahada bir kedi gibi… maç videosunun sadece 20 dakikasını seyredip mutlaka alalım dedim”
ben 10 sene kadın basketbolundan uzak kaldım. galatasaray ile anlaşdığımda hala anadolu efes’te asistan antrenördüm ve play off maçları oynanıyordu. dolayısıyla orada işlerim vardı. bu arada yeni takımımında yönetilmesi gereken bir transfer süreci başlamıştı. o dönem murat tümer vardı görevde ve bana isimler geliyor birşeyler soruluyor ve ben hiçbir oyuncuyu tanımıyordum. bir takım kararların çabuk verilmesi gerekiyordu ama ben oyuncuları tanımıyordum. anadolu efes’te ki işlerim sürüyor ama diğer taraftada 1 oyuncu var 10 kulüp istiyordu, zamanda yoktu. murat tümer, sancho little var dedi, ben de kim dedim. düşünün sancho’yu bilmiyorum. ispanyol vatandaşı, euroleague şampiyonu falan dedi. bir maçının sadece 20 dakikasını seyrettim ve mutlaka alalım, insan değil dedim. sancho tam bir kedi çok zıplıyor, atlet falan ama esas özleliği ciddi kedi gibi savunma hamleleri yapması. şutuna falan bakmadım sadece ribaund ve savunması için aldım. içine kapalı biri ama beraber çalıştıkça ilişki devam ettikçe ciddi ve çok çok akıllı bir insan olduğunu daha iyi anladım. sancho konuşmaz ama bakar gözlemler. yalanı doğruyu anlar. beraber oldukça o da alıştı benim en son gördüğüm sancho takım içinde gülüp espri yapan biriydi. gerçek bir insan, ilişkininde gerçek olduğunu biliyor. şimdilerde sancho yine aynı ama daha dışa dönük. takımla ilişkisi daha fazla fikrini daha net söylüyor. dünya çapında çok önemli bir oyuncu iyi ki galatasaray’da ve inşallah devam eder.
(gbkz: transferinden önceki sezon hedefleri dışarıdan bir göz olarak gerçekçi bulmayan ekrem memnun demek ki geldiği sene şampiyonluğa çok yakın hissetmişti. peki neden olmadı?)
şampiyonluk normal şartlarda geçen sezon gelmeliydi. gelinen noktada ben şampiyonluğu geçen sene yüksek ihtimalle kazanacağımızı düşünüyordum. çok inanmıştım ama kontrol edemediğim bir çok olay oldu. en önemlisi nevriye’nin sakatlığı. aldığımızda çok iyi durumdaydı, olimpiyatlarda da çok iyi oynamıştı. oyuncu eksikliğinden dolayı antrenmanlara erkek takımdan oyuncu alıyorduk. bir pozisyonda çarpıştılar ve bir sezon oynayamadı. final serisinin 2.maçında oynadı ki setlerimizin bile çoğunu bilmiyordu. takımdan bu kadar uzak kalmıştı.
“bir oyuncunun whalen’ın gittiği sebepten dolayı takımdan gitmesiyle bir sakatlıktan yada bir disiplin konusundan dolayı gitmesi arasında büyük ayrılıklar var. bunların arasında çok ciddi farklar var”
alba ciddi bir sakatlıktan çıkmıştı. sezonun çok büyük kısmını oynayamadı. türkiye kupasında ilk defa sahaya soktuğumda hala sekiyordu. fiziksel ve mental olarak hazır değildi.
sancho ve ann (wauters) yeni gelmişlerdi. fowles da ara ara sakatlıklar yaşadı. herşeye rağmen sistemi oturttuk. euroleague’de son eleme sıralamasında 4. olduk. bu sene 5. olarak sıralamaya girdiğimizi düşünürsek bir sıra daha yukarıdaymışız. geçen senede en az sayı yiyen takımdık ve en az top kaybı yapan takımlardan biriydik. herşey bir çok aksiliğe rağmen çok iyi gidiyordu ki başka bir olay oldu ve whalen kaçtı. bir oyuncunun whalen’ın gittiği sebepten dolayı takımdan gitmesiyle bir sakatlıktan yada bir disiplin konusundan dolayı gitmesi arasında büyük ayrılıklar var. bunların arasında çok ciddi farklar var. biri sakatlansa takım daha çok kenetlenir, birlik olur. disiplinsizlik yapsa başka bir durum. bu şekilde bir ayrılış beraberinde bir sürü soru işaretinide getirdi. sonuçta herkes profesyonel ve kafalar feci karıştı. gerçi sonra kulüp sorunları çözdü ama benim gördüğüm rakiplerin, hakemlerin gözünde oldukça prestij kaybettik. ben whalen’la geçen sene çok çok iyi bir takım olduğumuzu düşünüyorum. birbirimizi anlamaya ve iyi de oynamaya başlamıştık. bu yüzden şampiyonluğu geçen sene gerçekleştirilebilecek bir hedef olarak görüyordum ama bu seneye kısmet oldu.
(gbkz: tüm bu kargaşanın ardından geçen sezon kaçan bir şampiyonluğun üzerine bu sezon nasıl başladı?)
takımı yeniden kurduk. oyunu ve planları değiştirdik. bütçede kısıtlama oldu. geçen sezon 5 yabancı oyuncuyla oynuyorduk bu sezon 4’e düştük. mesela bir pozisyonda 2 türk oyuncu seçeneğimiz vardı ama bu sezon 1’e düştü. esasında bu sezonda büyük sorunlar yaşadık. sezon başında ki en büyük korkum sakatlıktı. wnba’de sancho ayağını kırdı çok geç geldi. bana söylenen cumhurbaşkanlığı kupasında olabileceği yönündeydi. temmuz 15 gibi sakatlığı oldu ve bana 3 ay sonra hazır dendi. ne yazık ki bu sure uzadı ve sancho’yu başlarda çok kullanamadık. sezonda elimizde 12 kişilik bir oyuncu kadrosu olacaktı sonra özge yavaş daha fazla dakika almak için takımdan ayrılmak istedi. o’nun isteğine saygı duyduk ve 11 oyuncu kaldık. antrenmanlar için yıldız erkek takımından oyuncular getirdik. alba kasığını yırttı 5 hafta sonra zatürre oldu 6 hafta oynayamadı, türkiye kupası maçlarında hiç yoktu.
“dar bir kadrom var acaba euroleague final 8’i pasmı geçsek diye düşündüğüm zamanlar oldu ama sonra kendimize bunu yakıştıramadık”
bunlar küçük küçük gibi görünsede bizim takımımız için önemli eksiklerdi. bu arada zellous ve bone takıma yeni gelmişti. buna rağmen müthiş bir kimya ve sinerji oluştu. oyuncular birbirlerine inandılar sevdiler. bu arada işıl acayip birşey oldu. saha dışında olduğu gibi saha içinde de inanılmaz bir efor verdi. 38-39 dakikaları bulan zamanlar oynadı. sezon başı en büyük korkum onun sakatlanmasıydı. hatta euroleague final 8 için şunu düşündüm. “dar bir kadrom var acaba final 8’i pasmı geçsek?” kesinlikle inanmadığımdan dolayı değil. 7 günde 5 maç ve 40 dakika oynayan bir oyun kurucum var. sonra dön gel burada play off lara devam. bunu defalarca düşündüm. sonra şunun kararını verdik; bu bizim hakkımız ne olursa olsun burada olmamız lazım. final 8’te olmamayı kendimize yakıştıramadık. iyi ki de yakıştıramamışız. çok korktuk kabuslar gördük birine birşey olursa ne yapacağız diye. bütçemizde yoktu yerine oyuncu koyabilmek için. bu şekilde sezon başladı ve böylede bitti.
(gbkz: sezon başında 5 numara pozisyonu için henüz kolejde son senesini dahi oynamamış çok genç bir oyuncuyu seçti ekrem memnun. başka oyuncularıda alabilirdi ama kelsey bone’da karar verdi. neden?)
ben biraz daha hızlı bir oyuncu bakıyordum aslında. kelsey fiziğinde olup pick and roll oynayabilenini yani biraz daha hızlı birini aradım. bütçemize göre önümüze gelen listelerde öyle biri yoktu. bu özelliği daha iyi olanlarda pota altını iyi kullanamıyorlardı. sonra ikisini bir anda bulamayınca pota altında daha iyi topu yere vuran birini tercih ettim. bir çok maçını seyrettim. amerika’da çok inandığım antrenörlerle konuştum. çok sağlam referanslar aldım. alırken eksik taraflarını biliyordum. oyununu seyrederken buzdağının alt tarafınıda gördük açıkcası. neyi aldığımı tam olarak biliyordum. dönem dönem özellikle ilk maçlarda istediğim gibi gitmedi ve uzun süre acaba hatamı yaptık diye düşündüm. onu da çok zorladık kendimizi de. bone her dakika zorlanması gereken bir oyuncu hatta henüz bir çocuk. normalde bu sene kolejden mezun olması gerekiyordu. senior senesini oynamadan bıraktı koleji. bir sene önce çıktı okuldan. genç senesinde aldık oyuncuyu. çaylağında çaylağı yani.. bazen çok kızdığım zamanlar oldu ve kendimi eleştirdim neden bu oyuncuyu aldık dedim. böyle hissetmemde normaldi çünkü bir yarış var ve o anlarda ne aldığımızı unutttuk. durup bakınca bilerek almıştım. ama o yarış psikolojisinde unuttum. şu an yaptıklarımızdan daha çok onun gelişme potansiyeli olduğunu bilerek buraya aldık. kavganın içine girince bazı anlar deliriyorsun ki o anlar çok yaşandı. hep ittirdik kelsey’i. bence daha çok ilerlemesi lazımdı. önemli özellikleri var. çok cesur gereçekten çok cesur ve daha çok genç . tam cesur yürek. oyunu daha gelişecek mutlaka gelişecek. hatta bu sene kullanamadığımız özellikleri var. topla adam geçebiliyor. biz pota dibi oyununu çok geliştirdik. inşallah galatasaray’da devam eder. dediğim gibi çok genç hatta ileride vatandaşlık bile alabilir.
(gbkz: ekrem memnun’un çok araştırdığını, okuduğunu, her an kendini geliştirdiğini ve bilgi yönünden son derece donanımlı olduğunu biliyoruz. peki bu takım bu bilgilere nasıl inandı, nasıl motive oldu?)
bu oyuncular büyük oyuncular, sıradan adamlar değiller. işıl’a bakıyorsun eurocup kupasını kaldırmış, milli takım oyuncusu, olimpiyat görmüş, avrupada kürsüye çıkmış. öbür taraftan nevriye 9. şampiyonluğunu yaşamış. sancho 4 euroleague finalinin 3’ünü kazanmış. alba’da 2’sini kazanmış, avrupa’da mvp olmuşlar, zellous wnba şampiyonu, bone ncaa finali yaşamış, konferans şampiyonu olmuş. önemli yerlerde bulunmuş büyük sporcular. buna bakınca karşında hedefleri olan dolu dolu sporcular var. hiçbiri boş değil. birşeyleri başarmak isteyen kafa yatıran beyinler var. onlarla konuştukça hayata bakışlarını anlıyorsun. bu iletişimi arttırıp nelerin onlar için önemli olduğunu anlamaya başladım. neyin kıymetli olduğunu nerelere varmak istediklerini öğrendim. hep konuşarak… ben sürekli diyalog halindeyim onlarla, sürekli. hep iletişimi sıcak tuttuk. oyuncularımın menajerlerinide ararım ara sıra. böylece beklentilerini, hayallerini anlamaya çalışırım. birde kendim onlarla ilgili başka şeyler hayal ettim. işıl böyle oynuyor ama şöyle de yapabilir mi diye düşündüm. sonra ona bir plan yaptım ve planımı anlattım. mesela pick and roll u bu şekilde oynarken birde sen şunu denesen gibi… bu planların çalıştığını görünce oyuncular inandılar, yaptığımız işerden daha fazla keyif aldılar. bu tüm oyuncular için geçerli…
“oyuncular bana çok inandılar…”
bu konuyla ilgili en güzel iki örnek zellous ve alba…
ikisinin oyun karekterleri birinden oldukça farklı hatta bambaşka. alba’nın ki daha da zordu. o’nun oyun karekterinin tamamı bize uymuyordu, bir kısmı uyuyordu. tüm olarak o karekteri alıp oyuna koyduğun zaman bizim takım sistemine olmuyordu. o oyun şekli benim için problem olmasından çok diğer oyuncular için problem oluyordu. neticede oyuncular oynuyor sahada ben yokum ve o ekibin o saha çizgileri içinde birbirine duyduğu saygı daha önemli. orada yaptığı kötü bir şut seçimi diğer oyuncuları oyundan düşürmesinden ziyade kendi aralarında değerini azaltıyor, güvenlerini sarsıyor. bunu oturtana kadar anlatana kadar büyük sıkıntılar yaşadık. alba mükemmel noktaya geldimi, gelmedi. alba giderken bana “2 sene senle çalıştım ve çok zor 2 seneydi ama bugün görüyorum ki ben daha iyi oyuncu oldum burada” dedi. zellous’ın ise mersin’de başka indiana fever’da farklı rolleri vardı. bizse ona başka bir rol biçtik. bu durum alba’nın durumundan çok farklı çünkü alba’nın oyununu değiştirmedik ama zellous’un kini değiştirdik. o’nu bu konuda ikna etmekte zaman aldı. videolar seyredildi, tartışmalar oldu ve ciddi uğraş verildi. menajeriyle bile tartışmalarımız oldu. neticede kazanılması gereken bir oyun var ortada ve tüm bu kavgalar onun kavgası, rol kavgası.
kolay olmadı bu. anlat anlat anlat. alba bunu atıyorsun ama sence bu iyi bir atış mı? bu savunma iyi mi? sen arkadaşlarının gözünün içine nasıl bakacaksın? bizim planın bir parçasımı bu yaptığın? sen neyi daha iyi yapabilirsin? zayıf ve güçlü tarafların neler? zaaflarını nasıl kapatmaya çalışacağız? hep bu soruların cevapları arandı ve bulundu. birde çok antrenman yapmaya vakitimiz yoktu. bunların antrenmanları çoğu zaman maçın içinde yapıldı. dürüstçe bakmak lazım 3 günde 1 maç yapıyorsunuz, 1 gün yol, az antrenman, çok seyahat…
“işil, bu takımı bir arada tutan en büyük unsur. büyük ve ciddi bir karekter. duruşu, konuşması, geri adım atmaması, duracağı yeri bilmesi… kulübümüz için çok önemli bir sporcu…”
kızlarla gerçek bir aile olduk ve bu tesadüf değil… aramızda bir çok duygu alış verişi oldu. ben aslında tatil zamanlarında oyuncularını çok arayan bir antrenör değilim. geçen yaz milli takımın fransa’da ki avrupa şampiyonası zamanında önemli bir maç öncesi işıl’ı aradım. “sana bakıyorum ve hakikaten işıl’ın tam ve gerçek potansiyeliyle oynadığını düşünmüyorum daha iyi oynayabileceğini biliyorum. yarın sahaya çık binlerce kişinin karşısına ve elinden gelen herşeyi yap. hani bir türk dünyaya bedel gibi..tribünleri, orayı birbirine kat, inan mücadele eden sporcu her zaman desteği ve alkışı alır. takımın önemli değil insanları kendine hayran bırakıyor musun forma farketmez herkes alkışlar. içinde ne varsa dök ve işte ben böyle oynarım de” dedim… ben bu konuşmayı işıl’a bütün sene ara ara kullnadım. hiçbirini ayırmıyorum oyuncularımın ama işıl bu takımın en önemli adamı. takımı bir arada tutan en büyük unsur. işıl bir karekter. duruşu, konuşması, geri adım atmaması, dikleşmesi, duracağı yeri bilmesi.. ciddi bir karekter. boynu bükük değil söyleyeceği birşey varsa söylüyor. istisnasız herkese söylüyor… antrenörede…bugüne kadar kendisine çok eleştiriler yapılmış. ben buraya gelmeden önce bana da birçok şey söylendi. kim neye göre bunları söylüyor analiz ediyor neye göre eleştiriyor ben bilmiyorum cidden ve anlamıyorumda. bugün geldiğimiz noktadaysa işıl bu insanların hepsini komik duruma düşürdü. buraya gelmeden önce sesini dahi bilmiyordum. geldikten sonra tanıdım. içinde müthiş bir karekter barındırıyor. çok direndi; gerçekten çok direndi. kulübümüz için çok çok çok önemli bir sporcu…
(gbkz: türkiye’ye takım sporlarında gelmiş en büyük kupalardan biri geldi. final maçında şebnem’in müthiş iki şutu var. dönüp bakınca bu anları tekrar yaşayınca ne düşünüyorsun?)
ben şebnem’i maça daha önce sokacaktım. alan savunmasını o’nunla açacağımı düşünüyordum. bir taraftanda alba’da o kadar büyük bir oyuncu ki maç içinde hep birşeyler yapacak diye bekliyorsunuz. ha şimdi ha şimdi derken artık trenin neredeyse son vagonuna bindik ve şebnem oyuna girdi. bu hamleyi yapmasak zaten tren kaçacaktı. işıl’ın verdiği pasla beraber attığı ilk şut tam olarak doğru. ikinci şutta biz iyi hücum edemedik. o hücum sancho’nun başka yere perdelemeye gitmesi gerekiyordu ama şebnem e gitti. şebnem in şutu, perdeleme üzerinden top sürmesi ihtimalinden çok daha iyi. kendisi yaptığı en iyi şeyi yaptı ve şutu attı. pozisyon şans olarak şebo’ya döndü. şutu sokması değil bizim oyunu oynayamayıp o pozisyonun şebo’ya dönmesi şans. ilki süper basket. aslında maçın o dönemini iyi yönetemediğimiz bir anda bu şutlar çok iyi oldu. şebo’da fenomen oldu ve olmasıda lazım . sonraki maçlarda şebo’ya bunun baskısı fazla oldu. maçlarda hep o şutları sokmak zorunda gibi bir baskı altında attı. normalde attığından daha hızlı atmaya ve normalde kullandığından daha farklı şutlar kullanmaya başladı. biz bunu tamir edene kadar zorlandık biraz. ilk birkaç gün ben uyanamadım aslında duruma. ondan sonra bu böyle galiba deyip olaya el attik. tabi bunlarda insan, makine değil, hiçbirinin açma kapama düğmesi yok. yavaş yavaş üzerine gittik ve sonra normal yola soktuk. lafı gelmişken şebnem’le ilgili şunları söylemek istiyorum. büyük karekter. o kadar memnunum ki o’nu tanıdığıma, müthiş bir çocuk, çok çalışkan. şebnem’le ilgili olarak sadece çok saygı duyuyorum desem özetler herşeyi. gün geldi hiç oynatmadım, dakikalarca oturdu, pat diye oyuna aldım hep hazır hep hazır. bazen 40 dakika oynadı. insan diyor ki acaba bugünde hazırmı ama evet hep hazır. iyi ki bu takıma getirmişim şebnem’i. kazandırdığı maçlar var tabii ki çok önemli ama bana kişisel olarak kazandırdıkları var. bu takımdan çok şey öğrendim. şebnem’den de. hayata bakışı, nasıl konsentre olur, iş ahlakı… gerçekten iyi ki bu transferi yapmışız.
“yasemen ve ayşe’nin annelerine babalarına ailelerine teşekkür ediyorum. bu çocuklar yaşlarının çok üzerinde karektere sahipler”
takımdan ve onlardan öğrendiklerimden konuşurken bazı eklemek istediklerim var. yasemen ve ayşe… onlara sadece kocaman bir teşekkür ediyorum. ikiside genç, çıkış arayan ve yetenekli çocuklar. yasemen geçen sene daha çok sorumluluk aldı bu sene biraz düştü. takımdan ayrılmak istedi ama özellikle kalmasını istedim ama bu sene büyük bir patlama olmadı. bu durum o’nun değerini düşürmez. bir sene iyi bir sene kötü sezon geçmiş olabilir. benim de payım olabilir bunda. bana göre dakikaları oyuncular antrenmanda başkasını geçerek alırlar. bazen kararlarımızda hata yapıyoruz tabii ki ama dakikaları bu sene böyle oldu. ayşe’nin çok olgunlaştığını ve geliştiğini düşünüyorum. 2 sene emek verdim. hergün ilgilendim. işıl’a, whalen’a ne uyarı yaptıysam onlarada aynı uyarıları yaptım, kimseyi pas geçmedim. herkes takımın parçası ve herkesin yeri var bu takımda. bu iki insan genç çocuklar ve normal olarak oynamak istiyorlar. 2-3 maç belki hiç oynayamıyor ve her gün antrenman var. o antrenmanı yukarı çekmek için herkesten daha fazla çalışıyorlar. onlara bu yüzden çok teşekkür ediyorum. annelerine babalarına ailelerine teşekkür ediyorum. yaşlarının çok üzerinde karektere sahipler. hiçbir zaman onların ellerini bırakmadım. ben değer verdim onlarda hergün oradaydılar. hiç bırakmadılar.
esra’da antrenmanlarda takıma katkı sağladı. ona da fazla dakika veremedik ama özellikle takımın savunma antrenmanlarında çok faydasını gördük.
(gbkz: bu takım hem avrupa’yı hem tkbl’yi aynı oyuncu kadrosuyla oynadı. senin felsefeni bu az sayıda oyuncuya anlatman dahamı kolay oldu?)
tabi artıları var eksileride var. 30 tane oyuncu olacağına 7 tane böyle oyuncun olsun daha iyi ama sakatlık olmazsa… kondisyonerimiz ismet abi çok iyi ve tecrübeli. kendisiyle çalışmayı ben istedim ve beraber geldik. kızlara çok faydası oldu. ona da çok inandılar. onun kendi teknikleri var bize lazım olan antrenman şeklini planlayıp yaptırıyor.. oyuncuların vücutlarını diri ve hazır tuutmaya çalıştık. kondisyonlarını çok iyi ayarladık. allaha çok şükür büyük bir sıkıntı yaşamadık. mesela nevriye’nin pozisyonu şanssızlıktı. bir alba’nın kasığı basketbolla ilgili büyük sakatlık olarak var. sonuçta ismet abi’yle beraber çok planlı çalıştık. bu arada medical ekibin hepsi mükemmmel iş çıkardılar. oyuncu sayısı zaten az olduğu için bazı zamanlarda aramızda sert konuşmalarımızda oldu. avrupa ve ligde tek takımla oynamak sakatlık yoksa gerçekten süper ve büyük avantaj…
(gbkz: büyük ve tarihi başarıların geldiği bir sezondu ancak senin genel olarak psikolojin nasıldı dip olduğun zamanların oldu mu?)
ben optimist bir adam değilim. çok dip olduğum zamanlar oldu. ben hep en kötüye hazırlarım kendimi. oyuncularımla asla böyle konuşmam ama bunu bir ihtimal olarak oyuncularıma durumları anlatırım. çok sıkıntılarımız oldu, moralsiz olduğum zamanlar çok oldu. bu iş böyle ma iyi günler oluyor zor günler oluyor. birgün oyuncular beni itti bazen ben onları ittim. çok konuşmak istemediğim büyük sıkıntılar oldu. oyunculara tavırlarımı ayarlamakta zorlandığım zamanlar oldu.hiçbir zaman yapmamak istediklerini düşünmedim ama motivasyonlarının düşük olduğu zamanlar vardı. mesela setin bir parçasında perdeleme yapacak oyuncu ama yapmıyor gidiyor oraya normalde bom diye yapacağı şeyi durarak yapıyor. e maalesef durumunu biliyorsun üzerine gidemiyorsun çaresiz kalıyorsun. ben daha öncede defalarca bu şartlar altında çalıştım. böyle zamanlarda oyuncuyu motive etmek zor cidden. euoleague gruplarındaki ilk maçı son ispanya şampiyonu ve çok ciddi bir takım olduğunu düşündüğüm salmanca’ya karşı oynayacaktık. ancak bu maçtan 3-4 gün önce ted kolej maçını çok kötü oynadık. hayal kırılığı içindeydim. önemli maç öncesi ve maça kadar antrenmanlar çok gergin geçti. sonra istanbul ‘da maçın 3.periyodunda ispanya şampiyonuna karşı 37 sayı öndeydik. inanılmaz bir basketbol oynadık ve ben o gün bir sürü şeyin olabileceğine inandım. gerçekten inanılmaz birşey oldu. maçtan sorna sırp hakem geldi bana ve “ben böyle birşey göredim” dedi. o maçtan sonra spartak’tan bir devrede sadece 11 sayı yedik. bu maçlar sene boyunca çok önemli şablonlar oldu benim için ve hayallerimi oluşturdu. ben bu maçları bütün sene kullandım mesela maça çıkacağız bugün hangi takım gelecek merak ediyordum. ted kolej maçındaki takım mı salamanca maçında ki takım mı? iki maç arasında sadece 3 gün vardı. bütün olayın kafada olduğu bir kez daha ortaya çıktı. bu 3 günde oyuncu basketbol oynamayı unutmadı yada öğrenmedi. sonra aramızda hep bunları konuştuk.
yine moralimin bozuk olduğu bir gün antrenman öncesi alba yanıma geldi. sıkıntımı anlamış biraz sohbet ettik. ben de konuşuyorum, kulüp, bütçe oyuncular, istediğimiz gibi oynayamıyoruz, ben buraya şampiyon olmak için geldim falan diye… bir an durdu ve “biz şampiyon olacağız sen ne diyorsun” dedi. işte böyle bir sezondu…
(gbkz: bu inanılmaz 3 kupadan sonra sezona geriye dönüp baktığında keşke şunuda yapsaydım yada farklı yapsaydım dediğin bir şey oldu mu?)
bir sürü keşkelerim var. bahar'la ilgili üzüntülerim var. kendisine de söyledim onla ilgili sezon başında farklı planlarım vardı. yapamadık. özel bir oyuncu ama öyle bir yarışın içindeyiz ki o planları gerçekleştirmek üzere ilgilenemedim kendisiyle. sancho’nun olmadığı dönemde iyi işler yaptı. son dönemde faydalanamadık pek, dakikada veremedim. yapmak istediğim biraz daha dışa dönük bir oyun karekterini ona oturtmaktı. biraz 3 numaraya dönük bir oyuncu yaratmayı isterdim ama öyle bir zamanımız olamadı. potansiyelini daha iyi kullanabileceğini düşünüyorum.
ekrem memnun’un bundan sonraki hedefleri hayalleri neler?
benim basketbol ve galatasaray ile ilgili hedeflerim hayallerim bitmez. şu anda daha uzun seneler antrenörlük yapmayı planlıyorum. antrenör olarak daha çok projelerim var. bu projeleri hayata geçirebilecek kredilerim şimdi daha fazla. benim içinde avrupa şampiyonluğu ve 3 kupa müthiş oldu. türkiye’de takım sporlarında sedat incesu’dan sonra bu kupayı kaldırmış tek antrenörüm. bu çok gurur verici bir durum. ben basketbola çok emek verdim. maddi manevi çok yatırım yaptım ve halada yapmaya devam ediyorum. dünyada çıkmış hiçbir literatürü kaçırmamaya çalışıyorum. gece kalkıp maç seyrederim, ne maçı olduğu çok önemli değil. seminerler izlerim, kitap okurum. tabi kendi sahip olduğum bir kulübüm yok. bunları gerçekleştirecek ciddi bir ortam yaratıldığında yurt dışınada giderim. hayallerim var. bu oyunu daha iyi oynamak daha iyi oynatmak istiyorum, yapabileceğimi düşünüyorum. ilişkilerim, bilgim, tecrübem var ve paylaşmak istiyorum. kendi basketbol okulum ve oyuncu geliştirme atölyesi gibi bir girişimim var. farklı bakıyorum farklı şeyler yapmak istiyorum.
epey ileri zamanlarda da camia içinde bir yerlere gelmek istiyorum. hepimiz küçükken “ben başkan olsam” diye başlayan cümleler kurmuşuzdur. hiçbirimizin bu kulüple ilgili hedefleri hayalleri bitmez zaten. senin de benim de… ileride herşey iyi olursa, söz sahibi bir yönetici olmayı isterim. ben hayallerin gerçekleşmesi konusunda şanslıyımdır.
bu sezon gelen başarılar ailemi çok memnun etti. 6 kardeşin en küçüğüyüm. abimle aramda 21 yaş fark var. yeğenlerimin bile çocukları var. büyük bir aileyiz. en yakınım annem. o çok mutlu oldu. bulutların üzerinde müthiş sevindi. bir dönem hep şampiyonluklara alışmıştı ama çoktandır böyle bir kutlama olmamıştı. öyle bir sene geçti ki tüm açıkları kapattı. ben o ailenin en küçüğüyüm ve benimle gurur duyuyorlar.
ekrem memnun
--- overtime dergisi'nden alıntıdır. ---
ne diyelim gurur duyuyoruz.
(gbkz: sayın ekrem memnun ile karşı karışıya oturuduğumuzda aklıma gelen ilk soru 1999 senesinde euroleague 3.sü olan ekrem ile 2014 senesinde euroleague şampiyonluk kupasını kaldıran ekrem arasında ne fark var diye sormak oldu. herhalde arada ki farkları anlamak bu süreci, gelişimi ve tecrübeleri kısaca özetler diye düşündüm. evet neydi arada ki fark?)
99 senesinde 30 yaşındaydım bugün 45 yaşındayım. o zaman yeni antrenördüm henüz 3.senemdi, çok gençtim, yeterli tecrübeye sahip değildim. 99 senesinde kaybettiğimiz yarı final maçını yıllarca düşündüm ama gerçekten hep düşündüm. çok basit hatalar yaparak kaybetmiştik. hep kendi kendime bu pozisyona gelmek çok zor ve oraya gelindikten sonra hazır olmak lazım bu şans her zaman gelmiyor dedim. maçtan sonrada hatta aradan seneler geçtikten sonra bile o maça antrenör olarak daha iyi hazırlanabileceğimi düşünürüm ve kendimi çok suçladım o maçla ilgili. o zamanda avrupa’nın en üst seviyesindeydim ve o da kısıtlı bir kadroydu ve o yarı final maçını geçemedik.
bugüne gelince arada ki 15 sene benim için tecrübe anlamında süper geçti. hep çok iyi yerlerde oldum. eurloeague erkelerde 6 sene çalıştım. darüşşafaka spor kulübünde ve yurt dışında baş antrenörlük yaptım. büyük antrenörlerle çalışma şansım oldu. çok büyük antrenörlere karşı takım hazırlama, onların felsefelerini iyi analiz etme şansım oldu. basketbol görüşüm bambaşka yere gitti. bu arada özel hayatım değişti, evlendim, bir ailem oldu. yutkunmayı öğrendim, daha asiydim daha otoriterdim, bir bakışa bile taviz vermezdim. yine bir sürü özelliğim yapımda duruyor ama daha fazla yutkunmayı öğrendim. çocuğu olduktan sonra da insan bir başka oluyor. mesela ben hiçbir zaman hiçbir oyuncumu bilinçli ve kasıtlı olarak üzmemişimdir. farkında olmadan kırdığım oyuncularım olmuştur. dönüp düşündükçe görüyorum bunları. annelerinin babalarının o anda ne hissetmiş olduklarını ece’den sonra daha çok düşünmeye başladım. aile kurmak beni bambaşka bir yerede götürdü. çelen aslında fazla konuşmaz ama oyuncuyla empati kurabilmeyi o’ndan öğrendim. bana oyuncularım için şimdi o böyle düşünüyordur şöyle hissediyordur gibi fikirlerini söyler ve beni gerçekten bu konularda oldukça yonttu.
(gbkz: geçen 15 sene içinde ekrem memnun işte bunları yaşamış. mesleki anlamda önemli tecrübeleri olmuş. bir aile kurmanın kendine kattıklarını, hayatında çok önemli yeri olan iki zarif hanımefendinin kendisini nasıl değiştirdiğini çok güzel sözlerle ifade etti. ve şimdi günümüze, galatasaray serüveninin hayatında tekrar başlaması zamanına geri dönelim. bu süreci neden ve nasıl başlattı? erkek takımından nasıl ayrıldı?)
bu iş bana daha öncede bir kaç kez teklif edildi. anadolu efes’te görevim devam ettiği zamanlardaydı bu dönem. ancak anadolu efes’ten hep bir baş antrenörlük bekledim. seneler içinde baktım ki bu hedef gerçekleşmeyecek, bu şans verilmeyecek. ben de yavaş yavaş bu durumu kendi içimde kabul etmeye başladım. anadolu efes ile bu durumu hiç konuşmadan ve galatasaray’dan bana bu son kabul ettiğim teklif gelmeden takımdan ayrılmaya karar vermiştim zaten. o zaman galatasaray’da sportif koordinatör olarak murat tümer vardı. arayıp teklifte bulundu. bu tekliften önceki sene de seimone augustus ve slyvia fowles’lı kadroda da aranmıştım ancak o zaman dışarıdan bir göz olarak bakınca hedeflerinin pek gerçekçi olmadığına kanaat getirmiştim. o günkü şartlar altında böyle düşündüm. yine o günkü şartlar altında düşüncem kadın basketbolunda nevriye’nin olduğu takımda terazinin farklı tartacağı yönündeydi. o sırada nevriye fenerbahçe’deydi ve gelemezdi. sonra ki teklifteyse nevriye benim galatasaray’a gelişimde bir etken oldu. kontrat serbestliği olmasıyla beraber transfer edilebilme ihitmali oluştu.
“ben nevriye’yi sadece 10 sayı atsın 6 ribaund alsın diye bu takıma almadım. beynini, ruhunu, kalbini karekterini almak istedim”
doğdu. benim galatasaray’a gelebilme şartlarımdan biri onu getirebilmekti. burada son şampiyon olduğum kadronun oyuncularındandı. kendisine çok emek verdim. o dönemlerde gençti ve zor bir takımdaydı. hakikaten bebeğimiz gibi ilgilendik o zamanlarda. bir sezon oynadı sonra maalesef bel fıtığı ameliyatı oldu. şimdiki zamana benzer bir durumdu yine öyle denk geldi 1 sene bel rahatsızlığı yaşadı sonraki bir sezon oynadı. ben onun şampiyonluk yolunda belirleyici bir faktör olduğuna inanıyorum. ben erkek takımında o fenerbahçe’deyken arada sırada konuşuyorduk ama böyle dost sohbetleriydi. sonra benim galatasaray’a gelişim kesinleşince bu olayı konuşmaya başladık. “bana sakat diyorlar kazara birşey olursa sana çok yüklenirler, tabi sakatlık bu herkese olabilir ama bana olursa farklı olur”dedi. sonra o’nu ikna etmek için baya uğraştım. sen gel eğer olursada bütün herşeyi üstüme alacağım dedim. böylece benim galatasaray dönemim nevriye’yle beraber tekrar başlamış oldu. o da yazın milli takımla ankara’da ki olimpiyat elemelerini ve londra’da ki olimpiyatları sorunsuz ve başarıyla oynadı. bizim sezonumuz başladığındaysa yazık ki sakınılan göze çöp battı, korktuğumuz başımıza geldi ve sezon başında sakatlandı. çok şeyler yazıldı çizildi sakat alındı diye. ben bu insanları çok ayıplıyorum. bu yazılanlar çok haksızca yazıldı. kadın basketbolunun en önemli oyuncusu olan insana karşı haksızca yapılmış eleştirilerdi. nevriye’nin durumu kazandıkları, kazandırdıkları ve ahlakı ortada. dünyada tüm iyi oyuncuların sakatlıkları var ki bu yüzde uzun oyuncularda daha fazla. biz nevriye’yi 5-6 doktor kontrolünden geçirdik. yine de saldırılara maruz kaldı. en büyük başarılarda pay sahibi olan bu oyuncuya bu kadar yüklenmek yanlıştı. benim şartım onu alıp gelmekti aldım geldim. olimpiyatlarda harika oynadı. sezon başında müthiş antrenman yapıyorduk kötü bir çarpışmada oldu herşey. sonrası nevriye için zor dönemlerdi. sonunda o’da cevabını çok güzel verdi.
basketbol takımı maçı sadece basketbol sahasında oynanmıyor sadece sahada hazırlık yapılmıyor. bu uzun dönemin, oteli, otobüsü, soyunma odası var. antrenör olarak biz oyuncularla 2 yada 3 saat vakit geçiririken onları ne kadar etkileyebiliriz ki? ama işıl ve nevriye gibi oyuncular otobüs, soyunma odası, yemekler, takım organizasyonu gibi yerlerde ciddi görevler üstlendiler. nevriye geçen sene takımla neredeyse hiç beraber olamadı. ama bu yıl daha aktif oldu. kendi özel antrenman ve tedavileri vardı. ancak bu dönemde işıl işi ele aldı zaten birçok konu da olduğu gibi bu konularda iki sezondur müthiş iş ve görev yaptı. ben nevriye’yi sadece 10 sayı atsın 6 ribaund alsın diye bu takıma almadım. inanın bunlar hiç önemli değil. o önemli bir karekter. beynini, ruhunu, kalbini karekterini almak istedim ve sonunda doğru karar verdiğimizi herkes gördü.
“sancho, insan değil, sahada bir kedi gibi… maç videosunun sadece 20 dakikasını seyredip mutlaka alalım dedim”
ben 10 sene kadın basketbolundan uzak kaldım. galatasaray ile anlaşdığımda hala anadolu efes’te asistan antrenördüm ve play off maçları oynanıyordu. dolayısıyla orada işlerim vardı. bu arada yeni takımımında yönetilmesi gereken bir transfer süreci başlamıştı. o dönem murat tümer vardı görevde ve bana isimler geliyor birşeyler soruluyor ve ben hiçbir oyuncuyu tanımıyordum. bir takım kararların çabuk verilmesi gerekiyordu ama ben oyuncuları tanımıyordum. anadolu efes’te ki işlerim sürüyor ama diğer taraftada 1 oyuncu var 10 kulüp istiyordu, zamanda yoktu. murat tümer, sancho little var dedi, ben de kim dedim. düşünün sancho’yu bilmiyorum. ispanyol vatandaşı, euroleague şampiyonu falan dedi. bir maçının sadece 20 dakikasını seyrettim ve mutlaka alalım, insan değil dedim. sancho tam bir kedi çok zıplıyor, atlet falan ama esas özleliği ciddi kedi gibi savunma hamleleri yapması. şutuna falan bakmadım sadece ribaund ve savunması için aldım. içine kapalı biri ama beraber çalıştıkça ilişki devam ettikçe ciddi ve çok çok akıllı bir insan olduğunu daha iyi anladım. sancho konuşmaz ama bakar gözlemler. yalanı doğruyu anlar. beraber oldukça o da alıştı benim en son gördüğüm sancho takım içinde gülüp espri yapan biriydi. gerçek bir insan, ilişkininde gerçek olduğunu biliyor. şimdilerde sancho yine aynı ama daha dışa dönük. takımla ilişkisi daha fazla fikrini daha net söylüyor. dünya çapında çok önemli bir oyuncu iyi ki galatasaray’da ve inşallah devam eder.
(gbkz: transferinden önceki sezon hedefleri dışarıdan bir göz olarak gerçekçi bulmayan ekrem memnun demek ki geldiği sene şampiyonluğa çok yakın hissetmişti. peki neden olmadı?)
şampiyonluk normal şartlarda geçen sezon gelmeliydi. gelinen noktada ben şampiyonluğu geçen sene yüksek ihtimalle kazanacağımızı düşünüyordum. çok inanmıştım ama kontrol edemediğim bir çok olay oldu. en önemlisi nevriye’nin sakatlığı. aldığımızda çok iyi durumdaydı, olimpiyatlarda da çok iyi oynamıştı. oyuncu eksikliğinden dolayı antrenmanlara erkek takımdan oyuncu alıyorduk. bir pozisyonda çarpıştılar ve bir sezon oynayamadı. final serisinin 2.maçında oynadı ki setlerimizin bile çoğunu bilmiyordu. takımdan bu kadar uzak kalmıştı.
“bir oyuncunun whalen’ın gittiği sebepten dolayı takımdan gitmesiyle bir sakatlıktan yada bir disiplin konusundan dolayı gitmesi arasında büyük ayrılıklar var. bunların arasında çok ciddi farklar var”
alba ciddi bir sakatlıktan çıkmıştı. sezonun çok büyük kısmını oynayamadı. türkiye kupasında ilk defa sahaya soktuğumda hala sekiyordu. fiziksel ve mental olarak hazır değildi.
sancho ve ann (wauters) yeni gelmişlerdi. fowles da ara ara sakatlıklar yaşadı. herşeye rağmen sistemi oturttuk. euroleague’de son eleme sıralamasında 4. olduk. bu sene 5. olarak sıralamaya girdiğimizi düşünürsek bir sıra daha yukarıdaymışız. geçen senede en az sayı yiyen takımdık ve en az top kaybı yapan takımlardan biriydik. herşey bir çok aksiliğe rağmen çok iyi gidiyordu ki başka bir olay oldu ve whalen kaçtı. bir oyuncunun whalen’ın gittiği sebepten dolayı takımdan gitmesiyle bir sakatlıktan yada bir disiplin konusundan dolayı gitmesi arasında büyük ayrılıklar var. bunların arasında çok ciddi farklar var. biri sakatlansa takım daha çok kenetlenir, birlik olur. disiplinsizlik yapsa başka bir durum. bu şekilde bir ayrılış beraberinde bir sürü soru işaretinide getirdi. sonuçta herkes profesyonel ve kafalar feci karıştı. gerçi sonra kulüp sorunları çözdü ama benim gördüğüm rakiplerin, hakemlerin gözünde oldukça prestij kaybettik. ben whalen’la geçen sene çok çok iyi bir takım olduğumuzu düşünüyorum. birbirimizi anlamaya ve iyi de oynamaya başlamıştık. bu yüzden şampiyonluğu geçen sene gerçekleştirilebilecek bir hedef olarak görüyordum ama bu seneye kısmet oldu.
(gbkz: tüm bu kargaşanın ardından geçen sezon kaçan bir şampiyonluğun üzerine bu sezon nasıl başladı?)
takımı yeniden kurduk. oyunu ve planları değiştirdik. bütçede kısıtlama oldu. geçen sezon 5 yabancı oyuncuyla oynuyorduk bu sezon 4’e düştük. mesela bir pozisyonda 2 türk oyuncu seçeneğimiz vardı ama bu sezon 1’e düştü. esasında bu sezonda büyük sorunlar yaşadık. sezon başında ki en büyük korkum sakatlıktı. wnba’de sancho ayağını kırdı çok geç geldi. bana söylenen cumhurbaşkanlığı kupasında olabileceği yönündeydi. temmuz 15 gibi sakatlığı oldu ve bana 3 ay sonra hazır dendi. ne yazık ki bu sure uzadı ve sancho’yu başlarda çok kullanamadık. sezonda elimizde 12 kişilik bir oyuncu kadrosu olacaktı sonra özge yavaş daha fazla dakika almak için takımdan ayrılmak istedi. o’nun isteğine saygı duyduk ve 11 oyuncu kaldık. antrenmanlar için yıldız erkek takımından oyuncular getirdik. alba kasığını yırttı 5 hafta sonra zatürre oldu 6 hafta oynayamadı, türkiye kupası maçlarında hiç yoktu.
“dar bir kadrom var acaba euroleague final 8’i pasmı geçsek diye düşündüğüm zamanlar oldu ama sonra kendimize bunu yakıştıramadık”
bunlar küçük küçük gibi görünsede bizim takımımız için önemli eksiklerdi. bu arada zellous ve bone takıma yeni gelmişti. buna rağmen müthiş bir kimya ve sinerji oluştu. oyuncular birbirlerine inandılar sevdiler. bu arada işıl acayip birşey oldu. saha dışında olduğu gibi saha içinde de inanılmaz bir efor verdi. 38-39 dakikaları bulan zamanlar oynadı. sezon başı en büyük korkum onun sakatlanmasıydı. hatta euroleague final 8 için şunu düşündüm. “dar bir kadrom var acaba final 8’i pasmı geçsek?” kesinlikle inanmadığımdan dolayı değil. 7 günde 5 maç ve 40 dakika oynayan bir oyun kurucum var. sonra dön gel burada play off lara devam. bunu defalarca düşündüm. sonra şunun kararını verdik; bu bizim hakkımız ne olursa olsun burada olmamız lazım. final 8’te olmamayı kendimize yakıştıramadık. iyi ki de yakıştıramamışız. çok korktuk kabuslar gördük birine birşey olursa ne yapacağız diye. bütçemizde yoktu yerine oyuncu koyabilmek için. bu şekilde sezon başladı ve böylede bitti.
(gbkz: sezon başında 5 numara pozisyonu için henüz kolejde son senesini dahi oynamamış çok genç bir oyuncuyu seçti ekrem memnun. başka oyuncularıda alabilirdi ama kelsey bone’da karar verdi. neden?)
ben biraz daha hızlı bir oyuncu bakıyordum aslında. kelsey fiziğinde olup pick and roll oynayabilenini yani biraz daha hızlı birini aradım. bütçemize göre önümüze gelen listelerde öyle biri yoktu. bu özelliği daha iyi olanlarda pota altını iyi kullanamıyorlardı. sonra ikisini bir anda bulamayınca pota altında daha iyi topu yere vuran birini tercih ettim. bir çok maçını seyrettim. amerika’da çok inandığım antrenörlerle konuştum. çok sağlam referanslar aldım. alırken eksik taraflarını biliyordum. oyununu seyrederken buzdağının alt tarafınıda gördük açıkcası. neyi aldığımı tam olarak biliyordum. dönem dönem özellikle ilk maçlarda istediğim gibi gitmedi ve uzun süre acaba hatamı yaptık diye düşündüm. onu da çok zorladık kendimizi de. bone her dakika zorlanması gereken bir oyuncu hatta henüz bir çocuk. normalde bu sene kolejden mezun olması gerekiyordu. senior senesini oynamadan bıraktı koleji. bir sene önce çıktı okuldan. genç senesinde aldık oyuncuyu. çaylağında çaylağı yani.. bazen çok kızdığım zamanlar oldu ve kendimi eleştirdim neden bu oyuncuyu aldık dedim. böyle hissetmemde normaldi çünkü bir yarış var ve o anlarda ne aldığımızı unutttuk. durup bakınca bilerek almıştım. ama o yarış psikolojisinde unuttum. şu an yaptıklarımızdan daha çok onun gelişme potansiyeli olduğunu bilerek buraya aldık. kavganın içine girince bazı anlar deliriyorsun ki o anlar çok yaşandı. hep ittirdik kelsey’i. bence daha çok ilerlemesi lazımdı. önemli özellikleri var. çok cesur gereçekten çok cesur ve daha çok genç . tam cesur yürek. oyunu daha gelişecek mutlaka gelişecek. hatta bu sene kullanamadığımız özellikleri var. topla adam geçebiliyor. biz pota dibi oyununu çok geliştirdik. inşallah galatasaray’da devam eder. dediğim gibi çok genç hatta ileride vatandaşlık bile alabilir.
(gbkz: ekrem memnun’un çok araştırdığını, okuduğunu, her an kendini geliştirdiğini ve bilgi yönünden son derece donanımlı olduğunu biliyoruz. peki bu takım bu bilgilere nasıl inandı, nasıl motive oldu?)
bu oyuncular büyük oyuncular, sıradan adamlar değiller. işıl’a bakıyorsun eurocup kupasını kaldırmış, milli takım oyuncusu, olimpiyat görmüş, avrupada kürsüye çıkmış. öbür taraftan nevriye 9. şampiyonluğunu yaşamış. sancho 4 euroleague finalinin 3’ünü kazanmış. alba’da 2’sini kazanmış, avrupa’da mvp olmuşlar, zellous wnba şampiyonu, bone ncaa finali yaşamış, konferans şampiyonu olmuş. önemli yerlerde bulunmuş büyük sporcular. buna bakınca karşında hedefleri olan dolu dolu sporcular var. hiçbiri boş değil. birşeyleri başarmak isteyen kafa yatıran beyinler var. onlarla konuştukça hayata bakışlarını anlıyorsun. bu iletişimi arttırıp nelerin onlar için önemli olduğunu anlamaya başladım. neyin kıymetli olduğunu nerelere varmak istediklerini öğrendim. hep konuşarak… ben sürekli diyalog halindeyim onlarla, sürekli. hep iletişimi sıcak tuttuk. oyuncularımın menajerlerinide ararım ara sıra. böylece beklentilerini, hayallerini anlamaya çalışırım. birde kendim onlarla ilgili başka şeyler hayal ettim. işıl böyle oynuyor ama şöyle de yapabilir mi diye düşündüm. sonra ona bir plan yaptım ve planımı anlattım. mesela pick and roll u bu şekilde oynarken birde sen şunu denesen gibi… bu planların çalıştığını görünce oyuncular inandılar, yaptığımız işerden daha fazla keyif aldılar. bu tüm oyuncular için geçerli…
“oyuncular bana çok inandılar…”
bu konuyla ilgili en güzel iki örnek zellous ve alba…
ikisinin oyun karekterleri birinden oldukça farklı hatta bambaşka. alba’nın ki daha da zordu. o’nun oyun karekterinin tamamı bize uymuyordu, bir kısmı uyuyordu. tüm olarak o karekteri alıp oyuna koyduğun zaman bizim takım sistemine olmuyordu. o oyun şekli benim için problem olmasından çok diğer oyuncular için problem oluyordu. neticede oyuncular oynuyor sahada ben yokum ve o ekibin o saha çizgileri içinde birbirine duyduğu saygı daha önemli. orada yaptığı kötü bir şut seçimi diğer oyuncuları oyundan düşürmesinden ziyade kendi aralarında değerini azaltıyor, güvenlerini sarsıyor. bunu oturtana kadar anlatana kadar büyük sıkıntılar yaşadık. alba mükemmel noktaya geldimi, gelmedi. alba giderken bana “2 sene senle çalıştım ve çok zor 2 seneydi ama bugün görüyorum ki ben daha iyi oyuncu oldum burada” dedi. zellous’ın ise mersin’de başka indiana fever’da farklı rolleri vardı. bizse ona başka bir rol biçtik. bu durum alba’nın durumundan çok farklı çünkü alba’nın oyununu değiştirmedik ama zellous’un kini değiştirdik. o’nu bu konuda ikna etmekte zaman aldı. videolar seyredildi, tartışmalar oldu ve ciddi uğraş verildi. menajeriyle bile tartışmalarımız oldu. neticede kazanılması gereken bir oyun var ortada ve tüm bu kavgalar onun kavgası, rol kavgası.
kolay olmadı bu. anlat anlat anlat. alba bunu atıyorsun ama sence bu iyi bir atış mı? bu savunma iyi mi? sen arkadaşlarının gözünün içine nasıl bakacaksın? bizim planın bir parçasımı bu yaptığın? sen neyi daha iyi yapabilirsin? zayıf ve güçlü tarafların neler? zaaflarını nasıl kapatmaya çalışacağız? hep bu soruların cevapları arandı ve bulundu. birde çok antrenman yapmaya vakitimiz yoktu. bunların antrenmanları çoğu zaman maçın içinde yapıldı. dürüstçe bakmak lazım 3 günde 1 maç yapıyorsunuz, 1 gün yol, az antrenman, çok seyahat…
“işil, bu takımı bir arada tutan en büyük unsur. büyük ve ciddi bir karekter. duruşu, konuşması, geri adım atmaması, duracağı yeri bilmesi… kulübümüz için çok önemli bir sporcu…”
kızlarla gerçek bir aile olduk ve bu tesadüf değil… aramızda bir çok duygu alış verişi oldu. ben aslında tatil zamanlarında oyuncularını çok arayan bir antrenör değilim. geçen yaz milli takımın fransa’da ki avrupa şampiyonası zamanında önemli bir maç öncesi işıl’ı aradım. “sana bakıyorum ve hakikaten işıl’ın tam ve gerçek potansiyeliyle oynadığını düşünmüyorum daha iyi oynayabileceğini biliyorum. yarın sahaya çık binlerce kişinin karşısına ve elinden gelen herşeyi yap. hani bir türk dünyaya bedel gibi..tribünleri, orayı birbirine kat, inan mücadele eden sporcu her zaman desteği ve alkışı alır. takımın önemli değil insanları kendine hayran bırakıyor musun forma farketmez herkes alkışlar. içinde ne varsa dök ve işte ben böyle oynarım de” dedim… ben bu konuşmayı işıl’a bütün sene ara ara kullnadım. hiçbirini ayırmıyorum oyuncularımın ama işıl bu takımın en önemli adamı. takımı bir arada tutan en büyük unsur. işıl bir karekter. duruşu, konuşması, geri adım atmaması, dikleşmesi, duracağı yeri bilmesi.. ciddi bir karekter. boynu bükük değil söyleyeceği birşey varsa söylüyor. istisnasız herkese söylüyor… antrenörede…bugüne kadar kendisine çok eleştiriler yapılmış. ben buraya gelmeden önce bana da birçok şey söylendi. kim neye göre bunları söylüyor analiz ediyor neye göre eleştiriyor ben bilmiyorum cidden ve anlamıyorumda. bugün geldiğimiz noktadaysa işıl bu insanların hepsini komik duruma düşürdü. buraya gelmeden önce sesini dahi bilmiyordum. geldikten sonra tanıdım. içinde müthiş bir karekter barındırıyor. çok direndi; gerçekten çok direndi. kulübümüz için çok çok çok önemli bir sporcu…
(gbkz: türkiye’ye takım sporlarında gelmiş en büyük kupalardan biri geldi. final maçında şebnem’in müthiş iki şutu var. dönüp bakınca bu anları tekrar yaşayınca ne düşünüyorsun?)
ben şebnem’i maça daha önce sokacaktım. alan savunmasını o’nunla açacağımı düşünüyordum. bir taraftanda alba’da o kadar büyük bir oyuncu ki maç içinde hep birşeyler yapacak diye bekliyorsunuz. ha şimdi ha şimdi derken artık trenin neredeyse son vagonuna bindik ve şebnem oyuna girdi. bu hamleyi yapmasak zaten tren kaçacaktı. işıl’ın verdiği pasla beraber attığı ilk şut tam olarak doğru. ikinci şutta biz iyi hücum edemedik. o hücum sancho’nun başka yere perdelemeye gitmesi gerekiyordu ama şebnem e gitti. şebnem in şutu, perdeleme üzerinden top sürmesi ihtimalinden çok daha iyi. kendisi yaptığı en iyi şeyi yaptı ve şutu attı. pozisyon şans olarak şebo’ya döndü. şutu sokması değil bizim oyunu oynayamayıp o pozisyonun şebo’ya dönmesi şans. ilki süper basket. aslında maçın o dönemini iyi yönetemediğimiz bir anda bu şutlar çok iyi oldu. şebo’da fenomen oldu ve olmasıda lazım . sonraki maçlarda şebo’ya bunun baskısı fazla oldu. maçlarda hep o şutları sokmak zorunda gibi bir baskı altında attı. normalde attığından daha hızlı atmaya ve normalde kullandığından daha farklı şutlar kullanmaya başladı. biz bunu tamir edene kadar zorlandık biraz. ilk birkaç gün ben uyanamadım aslında duruma. ondan sonra bu böyle galiba deyip olaya el attik. tabi bunlarda insan, makine değil, hiçbirinin açma kapama düğmesi yok. yavaş yavaş üzerine gittik ve sonra normal yola soktuk. lafı gelmişken şebnem’le ilgili şunları söylemek istiyorum. büyük karekter. o kadar memnunum ki o’nu tanıdığıma, müthiş bir çocuk, çok çalışkan. şebnem’le ilgili olarak sadece çok saygı duyuyorum desem özetler herşeyi. gün geldi hiç oynatmadım, dakikalarca oturdu, pat diye oyuna aldım hep hazır hep hazır. bazen 40 dakika oynadı. insan diyor ki acaba bugünde hazırmı ama evet hep hazır. iyi ki bu takıma getirmişim şebnem’i. kazandırdığı maçlar var tabii ki çok önemli ama bana kişisel olarak kazandırdıkları var. bu takımdan çok şey öğrendim. şebnem’den de. hayata bakışı, nasıl konsentre olur, iş ahlakı… gerçekten iyi ki bu transferi yapmışız.
“yasemen ve ayşe’nin annelerine babalarına ailelerine teşekkür ediyorum. bu çocuklar yaşlarının çok üzerinde karektere sahipler”
takımdan ve onlardan öğrendiklerimden konuşurken bazı eklemek istediklerim var. yasemen ve ayşe… onlara sadece kocaman bir teşekkür ediyorum. ikiside genç, çıkış arayan ve yetenekli çocuklar. yasemen geçen sene daha çok sorumluluk aldı bu sene biraz düştü. takımdan ayrılmak istedi ama özellikle kalmasını istedim ama bu sene büyük bir patlama olmadı. bu durum o’nun değerini düşürmez. bir sene iyi bir sene kötü sezon geçmiş olabilir. benim de payım olabilir bunda. bana göre dakikaları oyuncular antrenmanda başkasını geçerek alırlar. bazen kararlarımızda hata yapıyoruz tabii ki ama dakikaları bu sene böyle oldu. ayşe’nin çok olgunlaştığını ve geliştiğini düşünüyorum. 2 sene emek verdim. hergün ilgilendim. işıl’a, whalen’a ne uyarı yaptıysam onlarada aynı uyarıları yaptım, kimseyi pas geçmedim. herkes takımın parçası ve herkesin yeri var bu takımda. bu iki insan genç çocuklar ve normal olarak oynamak istiyorlar. 2-3 maç belki hiç oynayamıyor ve her gün antrenman var. o antrenmanı yukarı çekmek için herkesten daha fazla çalışıyorlar. onlara bu yüzden çok teşekkür ediyorum. annelerine babalarına ailelerine teşekkür ediyorum. yaşlarının çok üzerinde karektere sahipler. hiçbir zaman onların ellerini bırakmadım. ben değer verdim onlarda hergün oradaydılar. hiç bırakmadılar.
esra’da antrenmanlarda takıma katkı sağladı. ona da fazla dakika veremedik ama özellikle takımın savunma antrenmanlarında çok faydasını gördük.
(gbkz: bu takım hem avrupa’yı hem tkbl’yi aynı oyuncu kadrosuyla oynadı. senin felsefeni bu az sayıda oyuncuya anlatman dahamı kolay oldu?)
tabi artıları var eksileride var. 30 tane oyuncu olacağına 7 tane böyle oyuncun olsun daha iyi ama sakatlık olmazsa… kondisyonerimiz ismet abi çok iyi ve tecrübeli. kendisiyle çalışmayı ben istedim ve beraber geldik. kızlara çok faydası oldu. ona da çok inandılar. onun kendi teknikleri var bize lazım olan antrenman şeklini planlayıp yaptırıyor.. oyuncuların vücutlarını diri ve hazır tuutmaya çalıştık. kondisyonlarını çok iyi ayarladık. allaha çok şükür büyük bir sıkıntı yaşamadık. mesela nevriye’nin pozisyonu şanssızlıktı. bir alba’nın kasığı basketbolla ilgili büyük sakatlık olarak var. sonuçta ismet abi’yle beraber çok planlı çalıştık. bu arada medical ekibin hepsi mükemmmel iş çıkardılar. oyuncu sayısı zaten az olduğu için bazı zamanlarda aramızda sert konuşmalarımızda oldu. avrupa ve ligde tek takımla oynamak sakatlık yoksa gerçekten süper ve büyük avantaj…
(gbkz: büyük ve tarihi başarıların geldiği bir sezondu ancak senin genel olarak psikolojin nasıldı dip olduğun zamanların oldu mu?)
ben optimist bir adam değilim. çok dip olduğum zamanlar oldu. ben hep en kötüye hazırlarım kendimi. oyuncularımla asla böyle konuşmam ama bunu bir ihtimal olarak oyuncularıma durumları anlatırım. çok sıkıntılarımız oldu, moralsiz olduğum zamanlar çok oldu. bu iş böyle ma iyi günler oluyor zor günler oluyor. birgün oyuncular beni itti bazen ben onları ittim. çok konuşmak istemediğim büyük sıkıntılar oldu. oyunculara tavırlarımı ayarlamakta zorlandığım zamanlar oldu.hiçbir zaman yapmamak istediklerini düşünmedim ama motivasyonlarının düşük olduğu zamanlar vardı. mesela setin bir parçasında perdeleme yapacak oyuncu ama yapmıyor gidiyor oraya normalde bom diye yapacağı şeyi durarak yapıyor. e maalesef durumunu biliyorsun üzerine gidemiyorsun çaresiz kalıyorsun. ben daha öncede defalarca bu şartlar altında çalıştım. böyle zamanlarda oyuncuyu motive etmek zor cidden. euoleague gruplarındaki ilk maçı son ispanya şampiyonu ve çok ciddi bir takım olduğunu düşündüğüm salmanca’ya karşı oynayacaktık. ancak bu maçtan 3-4 gün önce ted kolej maçını çok kötü oynadık. hayal kırılığı içindeydim. önemli maç öncesi ve maça kadar antrenmanlar çok gergin geçti. sonra istanbul ‘da maçın 3.periyodunda ispanya şampiyonuna karşı 37 sayı öndeydik. inanılmaz bir basketbol oynadık ve ben o gün bir sürü şeyin olabileceğine inandım. gerçekten inanılmaz birşey oldu. maçtan sorna sırp hakem geldi bana ve “ben böyle birşey göredim” dedi. o maçtan sonra spartak’tan bir devrede sadece 11 sayı yedik. bu maçlar sene boyunca çok önemli şablonlar oldu benim için ve hayallerimi oluşturdu. ben bu maçları bütün sene kullandım mesela maça çıkacağız bugün hangi takım gelecek merak ediyordum. ted kolej maçındaki takım mı salamanca maçında ki takım mı? iki maç arasında sadece 3 gün vardı. bütün olayın kafada olduğu bir kez daha ortaya çıktı. bu 3 günde oyuncu basketbol oynamayı unutmadı yada öğrenmedi. sonra aramızda hep bunları konuştuk.
yine moralimin bozuk olduğu bir gün antrenman öncesi alba yanıma geldi. sıkıntımı anlamış biraz sohbet ettik. ben de konuşuyorum, kulüp, bütçe oyuncular, istediğimiz gibi oynayamıyoruz, ben buraya şampiyon olmak için geldim falan diye… bir an durdu ve “biz şampiyon olacağız sen ne diyorsun” dedi. işte böyle bir sezondu…
(gbkz: bu inanılmaz 3 kupadan sonra sezona geriye dönüp baktığında keşke şunuda yapsaydım yada farklı yapsaydım dediğin bir şey oldu mu?)
bir sürü keşkelerim var. bahar'la ilgili üzüntülerim var. kendisine de söyledim onla ilgili sezon başında farklı planlarım vardı. yapamadık. özel bir oyuncu ama öyle bir yarışın içindeyiz ki o planları gerçekleştirmek üzere ilgilenemedim kendisiyle. sancho’nun olmadığı dönemde iyi işler yaptı. son dönemde faydalanamadık pek, dakikada veremedim. yapmak istediğim biraz daha dışa dönük bir oyun karekterini ona oturtmaktı. biraz 3 numaraya dönük bir oyuncu yaratmayı isterdim ama öyle bir zamanımız olamadı. potansiyelini daha iyi kullanabileceğini düşünüyorum.
ekrem memnun’un bundan sonraki hedefleri hayalleri neler?
benim basketbol ve galatasaray ile ilgili hedeflerim hayallerim bitmez. şu anda daha uzun seneler antrenörlük yapmayı planlıyorum. antrenör olarak daha çok projelerim var. bu projeleri hayata geçirebilecek kredilerim şimdi daha fazla. benim içinde avrupa şampiyonluğu ve 3 kupa müthiş oldu. türkiye’de takım sporlarında sedat incesu’dan sonra bu kupayı kaldırmış tek antrenörüm. bu çok gurur verici bir durum. ben basketbola çok emek verdim. maddi manevi çok yatırım yaptım ve halada yapmaya devam ediyorum. dünyada çıkmış hiçbir literatürü kaçırmamaya çalışıyorum. gece kalkıp maç seyrederim, ne maçı olduğu çok önemli değil. seminerler izlerim, kitap okurum. tabi kendi sahip olduğum bir kulübüm yok. bunları gerçekleştirecek ciddi bir ortam yaratıldığında yurt dışınada giderim. hayallerim var. bu oyunu daha iyi oynamak daha iyi oynatmak istiyorum, yapabileceğimi düşünüyorum. ilişkilerim, bilgim, tecrübem var ve paylaşmak istiyorum. kendi basketbol okulum ve oyuncu geliştirme atölyesi gibi bir girişimim var. farklı bakıyorum farklı şeyler yapmak istiyorum.
epey ileri zamanlarda da camia içinde bir yerlere gelmek istiyorum. hepimiz küçükken “ben başkan olsam” diye başlayan cümleler kurmuşuzdur. hiçbirimizin bu kulüple ilgili hedefleri hayalleri bitmez zaten. senin de benim de… ileride herşey iyi olursa, söz sahibi bir yönetici olmayı isterim. ben hayallerin gerçekleşmesi konusunda şanslıyımdır.
bu sezon gelen başarılar ailemi çok memnun etti. 6 kardeşin en küçüğüyüm. abimle aramda 21 yaş fark var. yeğenlerimin bile çocukları var. büyük bir aileyiz. en yakınım annem. o çok mutlu oldu. bulutların üzerinde müthiş sevindi. bir dönem hep şampiyonluklara alışmıştı ama çoktandır böyle bir kutlama olmamıştı. öyle bir sene geçti ki tüm açıkları kapattı. ben o ailenin en küçüğüyüm ve benimle gurur duyuyorlar.
ekrem memnun
--- overtime dergisi'nden alıntıdır. ---
ne diyelim gurur duyuyoruz.