1
--- alinti ---
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
1982'de naklen yayınlarda görev aldığım maçlar az oldu. yavaş yavaş yolun sonuna geldiğime kendimi inandırmaya çalışıyorum fakat arkadaşlarımı inandıramıyorum. "spikerliği bıraksam," diyorum. trt spor'unun yönetecisi çetin çeki ve arman talay arkadaşlarım, "daha erken" diyorlar. aslında 1981'den beri söylemeye başladığım söz benimki... onların karşılığı da hep aynı oluyor.
maç spikerliği, öteki sunuculuk görevlerime benzemiyor. birtv sunuculuğu yapmak, stüdyoda bir programı sunmak, banda alınan bir tv programında görev yapmak yanında, maç spikerliğinin zorlukları büyük. bir kez, futbolcular gibi, hakemler gibi, sürekli deplasman yapmak gerekli. maç anlatmanın zorunlu saydığı bir fizik kondisyon bahis konusu... kısaca futbolculara dediğimiz gibi, "top seni bırakmadan, sen topu bırak," sözünü ben kendi kendime söylemeye çalışıyorum hep... işte 1982 'de maç nakillerinde az görev alışımın nedeni bu.
beşiktaş'ın galatasaray'ı 2-0 yendiği ve canlı olarak yayınladığımız maçta ali kemal'in ilginç golünü unutamıyorum. köşe vuruşunu yapmıştı ali kemal... galatasaray'ın genç kalecisi haydar, dışarı gidiyor zannıyla topu bıraktı. oysa geldi ve kaleye girdi top. ikinci golü de necdet atmıştı. o maç öncesi "ben de artık son maçları anlatıyorum. yavaş yavaş bırakıyorum," dediğimde necdet "niçin?" diye sormuştu. "siz futbolcular bırakıyorsunuz, biz spikerler de" açıklamasında bulununca, necdet'in iltifatı gelmişti: "olur mu be ağabey? biz gideriz, arkamızdan yüz tane futbolcu gelir. ama siz gittiniz mi?" omuzunu okşamıştım, "gelir gelir, genç futbolcular nasıl yetişiyorsa, genç spikerler de öylece bizim yerimizi alır," diye.
bu maçın üzücü olayı, beşiktaşlı serdar'ın ayağının kırılmasıydı. yıllar önce fenerbahçe'nin acar forveti, fırsatçı futbolcusu zekeriya'nın oğluydu serdar... gürültülü bir transferle trabzonspor'dan beşiktaş'a gelmişti. şimdi bu sakatlık, futbol yaşantısını etkileyecekti. spiker olarak maçlardaki sakatlıkları daima önemsemez görünerek vermeye çalışmışımdır. çünkü sakatlık haberi, içaçıcı bir haber değildir. bir de maç radyodan veriliyorsa, dinleyenler arasında futbolcuların anaları, babalan, eşleri, yakınları olduğunu düşünmek lazımdır. oyuncunun sakatlığını. "çok feci, filanca sakatlandı, sedye ile çıkarılıyor" diye söylediğinizde, belki radyo başında o futbolcunun kalp hastası babası, yaşlı anası olayı göremediği için heyecanlanabilir, hastalanabilir, işte bunu düşünerek sakatlıkları olabildiğince normal tonda söylemeye çaba harcamışımdır. ayrıca, birçok oyuncunun feryatlar içinde kendini yere atışından hemen sonra, bazen iki dakika geçmeden pire gibi ayağa kalktığına ve topa koştuğuna tanık oluşumu a eklemek isterim.
--- alinti ---
http://www.macanilari.com/...y-198119822006-.html
ukdeyi veren: zizonkovac
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
1982'de naklen yayınlarda görev aldığım maçlar az oldu. yavaş yavaş yolun sonuna geldiğime kendimi inandırmaya çalışıyorum fakat arkadaşlarımı inandıramıyorum. "spikerliği bıraksam," diyorum. trt spor'unun yönetecisi çetin çeki ve arman talay arkadaşlarım, "daha erken" diyorlar. aslında 1981'den beri söylemeye başladığım söz benimki... onların karşılığı da hep aynı oluyor.
maç spikerliği, öteki sunuculuk görevlerime benzemiyor. birtv sunuculuğu yapmak, stüdyoda bir programı sunmak, banda alınan bir tv programında görev yapmak yanında, maç spikerliğinin zorlukları büyük. bir kez, futbolcular gibi, hakemler gibi, sürekli deplasman yapmak gerekli. maç anlatmanın zorunlu saydığı bir fizik kondisyon bahis konusu... kısaca futbolculara dediğimiz gibi, "top seni bırakmadan, sen topu bırak," sözünü ben kendi kendime söylemeye çalışıyorum hep... işte 1982 'de maç nakillerinde az görev alışımın nedeni bu.
beşiktaş'ın galatasaray'ı 2-0 yendiği ve canlı olarak yayınladığımız maçta ali kemal'in ilginç golünü unutamıyorum. köşe vuruşunu yapmıştı ali kemal... galatasaray'ın genç kalecisi haydar, dışarı gidiyor zannıyla topu bıraktı. oysa geldi ve kaleye girdi top. ikinci golü de necdet atmıştı. o maç öncesi "ben de artık son maçları anlatıyorum. yavaş yavaş bırakıyorum," dediğimde necdet "niçin?" diye sormuştu. "siz futbolcular bırakıyorsunuz, biz spikerler de" açıklamasında bulununca, necdet'in iltifatı gelmişti: "olur mu be ağabey? biz gideriz, arkamızdan yüz tane futbolcu gelir. ama siz gittiniz mi?" omuzunu okşamıştım, "gelir gelir, genç futbolcular nasıl yetişiyorsa, genç spikerler de öylece bizim yerimizi alır," diye.
bu maçın üzücü olayı, beşiktaşlı serdar'ın ayağının kırılmasıydı. yıllar önce fenerbahçe'nin acar forveti, fırsatçı futbolcusu zekeriya'nın oğluydu serdar... gürültülü bir transferle trabzonspor'dan beşiktaş'a gelmişti. şimdi bu sakatlık, futbol yaşantısını etkileyecekti. spiker olarak maçlardaki sakatlıkları daima önemsemez görünerek vermeye çalışmışımdır. çünkü sakatlık haberi, içaçıcı bir haber değildir. bir de maç radyodan veriliyorsa, dinleyenler arasında futbolcuların anaları, babalan, eşleri, yakınları olduğunu düşünmek lazımdır. oyuncunun sakatlığını. "çok feci, filanca sakatlandı, sedye ile çıkarılıyor" diye söylediğinizde, belki radyo başında o futbolcunun kalp hastası babası, yaşlı anası olayı göremediği için heyecanlanabilir, hastalanabilir, işte bunu düşünerek sakatlıkları olabildiğince normal tonda söylemeye çaba harcamışımdır. ayrıca, birçok oyuncunun feryatlar içinde kendini yere atışından hemen sonra, bazen iki dakika geçmeden pire gibi ayağa kalktığına ve topa koştuğuna tanık oluşumu a eklemek isterim.
--- alinti ---
http://www.macanilari.com/...y-198119822006-.html
ukdeyi veren: zizonkovac