25
yazının sonunda yazacağım özeti başta yazıyorum, sezonun özeti : motivasyon!
evet, sezon başlarken gelen emirates cup, takımın hazırlık kampındaki akışkan futbolu ve sneijder drogba'nın hazırlık kampı yemesi ve formları ile ciddi gaza gelmiş durumdaydık. önceki 2 sezonun şampiyonu kadronun bu hali, yeni takviyelerle birlikte daha da etkili olacak diye düşünüyorduk. ama bir şeyi hem taraftar, hem de futbolcular unutmuştu, motivasyon..
bunun geleceğini geçtiğimiz sezonun sonundaki şampiyonluk kutlamalarında arkadaşlarıma söylemiştim. o gün arenada hepimiz, sanki sıradan bir olay olmuş gibi çok sakince şampiyonluğu kutluyorduk. çünkü 2 sene peşpeşe gelen başarılar, bizleri ve futbolcuları doyurmuştu. sezonun ilk maçında, stada girer girmez tekrar arkadaşlarıma söyledim, geçtiğimiz seneki ambians yoktu. hatta yine o maçta muhammet demirci'nin attığı rövöşata golü tüm tribün alkışlarken, aslında maç içinde kendi futbolcularımızı o kadar alkışlamadığımızı farkeden ender kişilerden de biriyim sanırım. o maç, hem taraftarın, hem de futbolcuların sezona ve futbola motive olmadıklarının göstergesiydi. evet hepimiz yeterince şımarmıştık ve türkiye'de her türlü şampiyon oluruz, mühim olan şampiyonlar ligi modundaydık. temmuz ağustos aylarına dönün ve düşünün..
terim'le başlayan sezon, birkaç beraberlikle başladı ve berabere biten maçlarda yaşadığımız gol kaçırma rekorları yine maçlara konsantre olmayan futbolcularımızın eseriydi.
sezon içinde taraftar olarak bizi gerçekten heyecanlandıran ve tribünde ali sami yen atmosferi yaşatan 2 maçtan biri olan real madrid maçı, çok ciddi bir tokattı hepimize. akabinde herkesin malumu olan rıdvan, başbakan ve tüpçü'nün planladığı, ünal aysal'ın da rol aldığı operasyonla terim'i galatasaray'dan kopardılar. gerilen yönetim taraftar ilişkisi, mancini ismindeki tam net olmayan hava ile birlikte bir boşluğa dönüştü. hocanın bir adaptasyon süreci yaşayacağı malumdu, fakat ona fırtınalı bir dönem verdik, haftalarca terim tezahüratları, yönetim aleyhine sloganlar, sosyal medya hareketleri v.b. bu dönemde oyuncuların da terim'in gidişini içerleyeceğini tahmin etmek çok zor değildi, özellikle tam profesyonel olmayan yerli topçular bu konuda bayrağı taşıdılar. yine her ne kadar sevsem de drogba'nın kendini takımdan üstün gördüğü süreç ve laubalice kaçırdığı onlarca gol, akıp giden puanlarımız olarak geri döndü. devre arası transferleri ( birçoğu yanlış olan) ve deplasmanda maç kazanamayan takım ve potadan iyice kopup ikincilik yarışını hedef alan camia haline gelişimiz. buralarda çok fazla konuşacak şey yok diye düşünüyorum.
suyun karşı yakası ise bu dönemde her türlü aymazlığı yapıp, kimi suçlayacağını veya kime yanaşacağını şaşırmış durumda agresif olarak heryere saldırdı ve onlara birilerinin yol vereceği çok netti. rakibine tekme atan oyuncuları maçtan sonra kendisini atmayan hakemi azarlarken, yerde yatan rakiplerine bilerek ve zevk alarak basan oyuncuları herkesin gözünün önünde kart bile görmeyip işlerine devam ederken, mimimum 15+ puanı hakem hatalarıyla toplarken hiçbirimiz yeterince kamuoyu yaratamadık. haftalarca kollanan fenerbahçe, sivas maçında verilmeyen penaltısı için tff basarken ve sonraki maçlarında ceza sahasında kuğu gölü balesi yapan oyuncularına hakemler uçarak penaltı çalarken, biz hep sustuk. kimse yine o sivas maçında rakibine uçan tekme atan meireles'in neden kırmızı kart görmediğini konuşmadı, konuşamadı.
aynı sırada galatasaray, hakem hatalarıyla doğranıyordu. şu an aklıma gelmeyen onlarca maç ve pozisyon olabilir, ama hatırladıgım birkaç hatayı ve bize nelere mal olduğunu not etmek istiyorum:
- 1-1 biten arenadaki rize maçı, sarı kartı olan sercan kaya, yatıp topu almış olan musleraya 5 metreden gelip kafasına bastığında, ikinci kartını göremedi, çünkü rabia işaretini çok başarılı şekilde yapmıştı önceki haftalarda.
- 2-1 kaybettiğimiz akhisar deplasmanında, eboue'ye atılan uçan tekme ve kart görmeyen rakibi, ya da ortasahada selçuk'a yerdeyken kasten tekme atan bruno'nun görmediği kart, ne televizyonlarda, ne de bizlerin arasında konusulmadı.
- 1-1 biten kasımpaşa deplasmanında, eboue'nin aşil tendonuna basıldığında penaltının verilmeyişi medyada yer bile bulmadı.
- deplasmanda kazandığımız beşiktaş maçında, muslera'ya dirsek atıp onu sakatlayan ve tedavisi için topu taca atan muslera ayağa kalkınca taç atışını kendi arkadaşına atıp oyuna başlayan ve sonra bu adama haddini bildirmek üzere melo'nun tehlikeli ama tamamen topa olan hareketiyle kendini yere atan motta, arada melo'yu sahadan atan fırat aydınus'un arkasında bir de selçuk'un suratına tükürürken, tüm beşiktaş ve fenerbahçe camiası maçı hakemin galatasaray'a verdiğini konuşurken, biz ne konuştuk? o maç sahaya giren holiganlar yüzünden ertelendiğinde, sonucunun belirlenmesi kaç gün sürdü, hatırlar mısınız?
-karabük deplasmanında, ishak burak'ı belinden iterken penaltı ve kırmızı kart vermeyen hakemi eleştirmek yerine, o golü atması gereken burak'ı eleştirmekten başka ne yaptık?
-antalya deplasmında ofsayttan yediğimiz golle kaybettiğimiz 2 puan aklınızda mı?
-fenerbahçe'yi arenada yendiğimiz maçta, maçı 6 kişi bitirmesi gereken fenerbahçe, maçtan sonra çıkıp hakem maçı katletti derken, rakibini arkadan çeken bekir'i hakeme şikayet edip kırmızı kart gören melo için kaçınız hakeme kızdınız?
-kasımpaşa maçındaki olayları ve cüneyt çakır'ın katliamı'nın hesabını sorabildik mi?
-elazığ deplasmanında hajrovic'e yapılan ve çalınmayan penaltı ne kadar ülke gündeminde kaldı?
futbocular suçlular evet, ama ben 3 yıldır stadda kombinesi olan ve tek bir maç bile kaçırmayan bir taraftar olarak, futbolcular kadar kendimizde de suç buluyorum. burak, drogba, umut, sneijder, akılalmaz goller kaçırıp birçok puanımızı kaybettirdi, ama biz bizi katledenlere ne kadar ses çıkarabildik? liseli tavrımızla, galatasaray hakemi de yenmelidir dedik ve unuttuk gittik. bizim 10+ puanımız hakemler tarafından gasp edilmişken, rakip 15+ puan hakemler desteğiyle almışken, adil bir yarış beklemek ne kadar büyük pollyanacılıktır ve sadece biz galatasaray taraftarının yapabileceği birşeydir. klubümüzün kültürünü ve duruşunu bilen ve saygı duyan biriyim, ama tescilli hırsızların ve yandaşlarının göz göre hakkımızı gasp etmesine izin vermek zorunda değiliz, olmamalıyız. futbolcular sahada ne kadar bir olup aynı amaç uğrunda mücadele etmediyse, biz de dışarıda, tribünde aynı amaç için birleşemedik renktaşlarım, ve göz göre hakkımızı yedirdik. o yüzden ben kendim adına, bu sezonun tüm suclarının yarısını kendime atfediyorum.
sezonun içinde hatırlayacağım 2 güzel şey var:
birincisi: 2 gün süren ve galatasaraylılık ruhunu hem saha da hem de tribünde yaşadığımız juventus maçı
ikincisi : tescilli şikeci fenerbahce'ye sonunda arenada doyasıya şikeci diye bağırdığımız 90 dakika ( maçtaki futbol değil, tribünün sesi)
ve son olarak, sezonu şu cümleyle özetlemek istiyorum.
arena'daki fenerbahçe maçı, bekir rakibini arkadan çekiyor ve hakem sarısı olan bekiri atmak yerine oyunu devam ettirmeye kalkıyor. melo olay yerine gelip arkadan çekme var işareti yaptığında, hakem melo'ya sarı veriyor ve 2.sarıdan dışarıya atıyor. tam o anda, 52000 galatasaray taraftarı tribünde, hakkının yenişini "susarak" "tepki bile göstermeyerek" kabulleniyor. melo saha dışına çıkıyor, oyun başlıyor, top terbiyesiz kalecileri volkan'a gidiyor, o anda tüm stad "yuhhhh" diye haykırmaya başlıyor.
2013-2014 futbol sezonunun özeti, işte bu hikayedir. rakibe olan nefretimiz, herhangi bir "t" anında galatasaray sevgisinden daha az olabildi.
2014-2015 futbol sezonunda, okuyanlar umarım kendilerine bir ders çıkarır. yeni sezonda ali sami yen ruhuyla geri dönmek dileğiyle.