• 46
    okuma alışkanlığının olmadığı ülke.

    biz okumayı sevmeyiz. kitap görsek kaçarız, uzun yazı görsek hemen geçeriz. bizim için önemli olan, özettir. 1-2 cümleyle veya 1-2 paragrafla, ana fikre hakim olabileceğimizi, yazının tamamını okumuş kadar olacağımızı düşünürüz. tembelliğe alışmışızdır. gazeteleri okuduğumuzu söyleriz, haberleri takip ettiğimizi söyleriz, ama sadece haberin başlığına bakıp, direk yorumumuzu yaparız. biliriz aslında "şeytan ayrıntıda gizlidir" ama, dedim ya tembeliz. fakat, birisine gidip "sen tembelsin" dersen, hemen parlar, üste çıkar. çünkü mustafa kemal paşa demiştir; "türk milleti çalışkandır, türk milleti zekidir". belki o zaman hem zekiydik hem çalışkandık ama artık, zekiyiz ama çalışmıyoruz.

    bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanların ülkesi.

    bunun nedeni okuma alışkanlığı işte. okumayız dedik ya, hiç bilmediğimiz bir konuda bile, hiç hakim olmadığımız alanlarda bile, sırf altta kalmamak için, sadece "bak ben de anlarım bu konulardan, boş adam değilim" diyebilmek için fikir üretiriz. ve karşımızdaki adam da konuya çok hakim değilse, ufak tefek bilgi kırıntıları varsa, biz o savaşı kazanırız. karşımızdaki kişinin gözünde artık boş adam değiliz, bizim de istediğimiz bu değil miydi zaten? kendimizi ispat etmek. tek amacımız buydu aslında.

    peki ya karşımızda konuya hakim birisi varsa? o zaman ne olacak? o zaman da savunma refleksimiz kuvvetli olduğu için, hemen savunmaya geçeceğiz tabii ki. ilk önce karşımızdaki kişiye farklı yerlerden saldıracağız, konuyu değiştireceğiz, onun zayıf noktasını bulmaya çalışacağız. ad hominem yapacağız. aslında yapmamız gereken ne? sadece sormak. sor, anlatsın sana, doğrusunu söylesin. sen de öğren. ama bizim ülkemizde sormak acizlik göstergesi olarak algılanıyor. sormak, fikir teatisinde bulunmak acizlik değildir, özgüvensizlik değildir. ama bilmeyiz aslında; "çok dinlememiz, az söylememiz için iki kulağımız, bir dilimiz vardır."

    sadece eleştirenlerin, ortaya çözüm koyamayanların yaşadığı ülke.

    biz memleket olarak, eleştirmeyi severiz, özeleştiriden nefret ederiz. ama sadece eleştiriyi severiz, çözüm üretmekten de nefret ederiz. bilmeliyiz ki; kazananlar her zaman çözümün parçaları olanlardır. kaybedenler ise sorunun parçası olmayı tercih edenler. bugüne kadar, kazananlar, her sorunda bir çözüm bulanlar, kaybedenler ise, çözümlerde sorun arayanlar olmuştur, olacaktır. işte belki de bu yüzden biz sürekli kaybediyoruz. yapıcı değil yıkıcı olduğumuz için. çözüm üretmekten imtina edenler, bir başarısızlık anında, "ben demiştim" demeyi tercih eder. "ben demiştim" diyenlerin çözümü yoktur ama. bilmedilirler ki, çözüm üretmeye çalışanlar kadar sorumluluk sahibidirler. lakin bunu hiçbir zaman kabul etmezler. çünkü düşen bir çığda hiçbir kar tanesi kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.

    her işten anlarım, ne iş olsa yaparım diyenlerin ülkesi.

    bu ülkede, eğitim konusunda, bilgi konusunda vasat insan çoktur, ama uzman insan eksiktir. üniversite mezunlarının çoğu işletme bölümü mezunudur, ve işletme bölümünün en büyük dezavantajı, her konudan bilgi vermesi, ama hiçbir konudan uzman üretmemesidir. işte burada kişinin kendi geleceğini çizmesi beklenir. ya sen, sana uygun olan ve çalışmak istediğin alanı belirleyeceksin* ve bu konulardan birisinde uzman olmayı tercih edeceksin, ya da sırf çalışabilmek için, hiç istemediğin bir işe gireceksin. işte ondan sonra da, ülkede yapılan anketlerde çalıştığı işten memnun olmayanların oranı yüksek çıkar. üniversitelerde verilen danışmanlık hizmetlerinin ve yapılan yönlendirmelerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır bu da. üniversitede öğrenci danışmanları, öğrencilere çok vakit ayırmaz, zira bu ülkede, öğretim üyesi ve öğretim görevlisi eksiği vardır.

    bazen bakıyorum, daha hayatımın başındayım. bazı anlar geliyor, ülkeden nefret ediyorum. bazen yönetenlerden, bazen insanlardan nefret ediyorum. kaçıp gitmek istiyorum. ama vaktinde gittim, ülkeye geri döndüğümde toprağı öptüm. işte bu ülke böyle bir ülke. her şeyinden nefret etsen de, öyle bir bağlanıyorsun ki, gidemiyorsun. *

    bu dünyada bir şeyler başarmış, taş üstüne taş koymuş insanlar, türkiye'ye geldiğinde, neden yerin dibine sokuluyor?

    konudan çok uzaklaşmayalım, futbola dönelim, guus hiddink bu ülkeden kovulduğunda, kötü bir teknik direktör müydü? peki o zaman kötü teknik direktörse, yıllar sonra neden peşinden koşup milli takıma getirdik? o zamanlarda avrupa şampiyonu olan teknik direktör, tecrübe mi kazandı? o adam bugün geldiğinde, karşımıza çıkıp, türk filmlerindeki gibi, bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı, hatırladın mı derse ne olur?

    vicente del bosque, bu ülkeye geldiğinde kötü bir teknik direktör müydü? ona yeniköy kasabı diyenler, onu hor görenler, ondan daha mı iyi biliyorlardı bu oyunu? onu, o günlerde yerin dibine sokanlar, bugün ne yapıyor? aynı yerde, başkalarını yerin dibine sokmaya çalışıyor, peki vicente del bosque şu anda ne yapıyor? dünya şampiyonluğuna mı oynuyor yoksa?

    frank rijkaard için futboldan anlamıyor diyenler, komik duruma düştüğünün farkında değil mi? tamam doku uymadı diyelim hadi, bu ülkede başarılı olamaz diyelim. peki frank rijkaard'ın, vicente del bosque'nin, guus hiddink'in ve bilimum başarılı adamın türkiye'ye gelip başarısız olmasının nedeni onlar mı? yoksa artık sorunu kendimizde mi aramamız lazım? bu ülkenin kendi şartları vardır, diğer ülkelere benzemez diyenler, bu şartların doğru olduğunu söyleyebilir mi?

    peki doğruyu biz yapıyorsak, neden uluslararası alanlarda, olimpiyatlarda, en çok bildiğimiz, 40 milyon teknik direktör, 30 milyon futbolcunun olduğu bir ülkede, futbol konusunda bir adım dahi ileri gidemiyoruz?

    ali sami yen'in hep bir sözünü hatırlatıyoruz; "türk olmayan takımları yenmek". bu sözü neden eksik algılıyoruz? bu sözün başında; "ingilizler gibi toplu halde futbol oynamak" diyor. bunu ne zaman söylemiş? bir asırdan fazla olmuş bu söz söyleneli, neden hala biz toplu halde oynayamıyoruz? neden dünyaya ve dünya futboluna adapte olamıyoruz? 100 seneden fazla olmuş, nerede başarısızız? ve başarısızlığı neden kabul etmiyoruz?

    artık özeleştiri yapmanın vakti gelmedi mi? futboldan bir bok anlamadığımızı görmenin, sadece konuşarak da öğrenemeyeceğimizi anlamanın vakti gelmedi mi? bu ülkede özeleştiri yapabilir miyiz? hayır. 1 gün yaparız, 2 gün yaparız, 3. gün eski tas eski hamama döneriz.

    umudum var mı? hayır yok. düzelir mi? düzelmesi için ne yaparız? hiçbir şey yapmayız. yapanlara, yapmaya çalışanlara köstek oluruz. çünkü biz muhafazakar bir ülkeyiz. değişime, yeniliğe kapalıyız. değişime özeniriz, iyilere bakıp imreniriz, ama sadece bu kadar.

    işte bu kadar kötü bir ülkeyiz biz. bu kadar kötü bir ülkede yaşamaya çalışan insanlarız. ama eline terketmek için fırsat geçse bile, terkedemeyenlerin yaşadığı bir ülkeyiz. güzel, ve yalnız bir ülkeyiz. yalnızlığı seçenlerin ülkesiyiz. ama en doğrusunu, en güzelini biz yapıyoruz. yanlış mı? hayır lan, ne yanlışı!

    amına koyayım ben böyle işin.
App Store'dan indirin Google Play'den alın