futbolu yeni yeni çözmeye başladığım dönem, hakan şükür efsanesi var ülkede, gerçekten komple bir forvet, o zamanlar tek forvet falan kimsenin aklının ucundan geçmiyor. neredeyse bütün takımlar ikili forvet ve bu forvetlerin birbirini tamamlayan özellikte olması gerek.
hakan şükür'ün yanına durmadan ikinciyi arıyoruz, arif erdem o istediğimiz tamamlayıcı rolün tam hakkını veremiyor, özellikle bitiricilikte ve final paslarında yanlış tercihlerde bulunuyor. hakan şükür de hakan şükür ama ...
sonrası bu genç çıkageliyor, ilk dikkatimi çeken, sanki elimde kumanda, onu ben yönlendiriyorum, hep mi doğru oynar bir adam, soğukkanlılığı ayrı bir olay, kalecinin ağzının içinden aşırtıveriyor.
gelelim gideceğine emin olduğum güne, parma ile ş.l maçındayız, ş.l müziğini duyunca heyecandan ekran başında elinin ayağına dolaştığı günler, öyle bir maç oynuyor ki; maçı birlikte izlediğim anneme; bu adamı bizde bırakmazlar diyorum ve gidiş o gidiş...
izlemelere doyamadığım ilk galatasaray topçusu.
(bkz:
10 aralık 1997 galatasaray parma maçı)