ilk aşkımı hatırladım...
ilkokulda sınıfımızın en güzel kızına aşık olmuştum. hem sınıf birinciliği için rekabet ederdik, hem de kendisine aşıktım. sarışın ve mavi gözlüydü. aklımı alıyordu. o yaşta bilirsiniz işte, sadece aşığım, aptal gibi... 9-10 yaşındayım, ne konuşabiliyorum, ne kendimi ifade edebiliyorum ama sırılsıklam aşığım. onun da bir şeyler hissettiğinin ve bana baktığının farkındayım ama bir şey değişmiyor ki sadece hayal kurabiliyorum. çocuğum sonuçta. bir de ona aşık olan 2 kişi daha var sınıfta. aramızda kavga ediyoruz "o kız benim" hesabı. ara sıra birbirimizi düelloya davet edip tenefüs ya da çıkışlarda okulun bahçesinde kavga ediyoruz.
*4. sınıf bittiğinde, o yaz taşınmak durumunda kaldık. ankara'da uzak bir semte taşınıyorduk ve 5. sınıfı başka okulda okuyacaktım. içim yanıyordu, hançer gibi bir şey saplanıyordu kalbime. 4. sınıfın son gününde vedalaşacaktık. öğlen beslenme saatinde beni çağırıp dışarı çıkardı. okulun hemen yakınındaki butik bir hediyelik eşya dükkanına götürdü beni. oradan bir şey alıp hediye etti. hediyeyi bir açtım. 90'ların çocukları hatırlar, boynumuza kolye gibi bir şeyler takardık. camdan, küçük bir silindirik tüpün içinde bir sıvı olur ve sıvının içinde bir pirinç tanesi olurdu. dışında boyama, arma, logo gibi bir şeyler olurdu. camın dışında "i love you galatasaray" yazıyordu. bir de gs logosu vardı. evet, ilk yengeniz de iyi bir galatasaraylıydı. sarışın, mavi gözlü, zeki, çalışkan, sınıf birinciliği için en büyük rakibim ve galatasaraylı. daha ne olsun? zaten bir kız galatasaraylı ve iq'su yüksek ise 1-0 önde olmuştur hep. hediyeyi boynuma taktı. o da beni seviyormuş diye mutlu mu olsam, bunu o an ayrılmak üzere iken öğrendiğim için ağlasam mı, kafamı bir yerlere mi vursam bilemedim. ikimizin de gözleri doldu. ayrıldık o gün.
o yaşta, o çaresizlik nedir bilir misiniz?
evde günlerce, gecelerce o hediyeye sarıldım. her baktığımda hem onu hem galatasaray'ı gördüm. hem birbirimizi çok sevdiğimizi, hem ikimizin de galatasaray'ı çok sevdiğini hatırlardım. gecelerce rüyalarıma girdi. entry'yi bağlamak istiyorum ama hikayenin sonunu da merak ettiğinizi düşünüyorum.
ertesi sene bir kaç kez yeni okulumdan izin aldık ve rahmetli annem beni ders saatinde sürpriz şekilde eski okuluma, sınıfıma götürdü. tüm gün arkadaşlarımla ve sevgili öğretmenimle zaman geçirdim. onlarla derse girdim ve elbette onunla da zaman geçirdim. kıskandım sanki biraz. tuhaf bir duyguydu. yokluğumda kendisi sınıf birincisi olmuş. bu durumu kıskanmadım elbet, ben yokken o olsun tabi, kim olacak? onu geçtim, ankara'daki bilgi yarışmalarına kendisiyle beraber katılan ve etrafında dolanan lavukları gördüm. varlığımda asla yarışmada partneri olamayacak, yanına yaklaşamayacak fakat yokluğumda ise abdurrahman çelebi olmuş keçilerle birlikte yarışmalara katılıyor. bir zamanın sümüklü tipleri eski yengenizin yanında cirit atıyor...
bir kaç ziyaretten sonra görüşemedik bir daha. cep telefonu mu var amk? yıl 1994, yaş 11, neyin peşine düşeceksin? neyle düşeceksin? nasıl düşeceksin? o çaresizliği bilir misiniz?
aradan yıllar geçti. hiç görüşemedik. hiçbir iz yoktu.
derken bir gün ilginç bir şey oldu...
üniversiteye hazırlık döneminde, öss'ye az bir zaman kalmıştı. benim gittiğim dershane küçüktü, öğrenci sayısı azdı ve deneme sınavlarında sıralama genelde üç aşağı beş yukarı aynı oluyordu. lisede aynı sınıfta okuduğum bir arkadaşım (o da bana aşıktı) kendi gittiği dershanenin ankara çapında geniş katılımlı bir deneme sınavı yapacağını ve öss öncesi böyle geniş katılımlı bir sınavda rekabet etmenin çok faydalı olabileceğini söyledi. beni sınava davet etti. ok dedim. sınav günü dershaneye gittim. biraz erken gitmişim ve yalnızdım. beni davet eden arkadaşım henüz yoktu. içeri girdim, sınava 1 saat falan var. kendi dershanem olmadığı için etrafta da tanıdık yok, takılıyorum giriş katta. birden sarışın, mavi gözlü bir ay parçası gördüm. çok benziyordu. acaba dedim ulan kendi kendime. acaba? bu kadar tesadüf olabilir miydi? yalnızdı. o kadar benziyordu ki, bir emin olsam o olduğuna anında yanına gidecektim. 11 yaşında yapamadığımı 17 yaşımda yapabilirdim belki de. heyecanlanmıştım ama gidip adını söylediğimde ya başkası çıkarsa telaşı vardı. bakın, her yaşın ayrı bir salaklığı vardır. gerçekten bu böyledir. başkasıysa başkası, gitsene işte hanzo, başkası ise seni kesecek mi amk? 2-3 dakika izledim, o mu değil mi derken bir çocuk girdi dershaneden içeri. onu gördü ve adını seslendi. evet, eski yengenizin adını seslendi, içimden bir şey koptu o an. sarıldılar birbirlerine, heyecanlı mısın falan diye sordu sınav öncesi. çok samimilerdi. ya sevgilisiydi ya da etrafında gezen kankası bir lavuk. ama kız o kızdı, adını duydum. tabi yanında erkek olunca gitmek istemedim. anlamı kalmamıştı artık. o kafayla sınava girdim ve dershaneden ayrıldım.
bir kaç gün sonra sınav sonuçları dershanenin önündeki büyük camlara asılmıştı. kendi sonucumu buldum, sonra bakalım o ne yapmış dedim. ayrıca soyadıyla beraber görünce kesin o diyebilirdim. çok zekiydi. eğer oysa zaten sıralamanın en üstlerinde olmalıydı. listenin en tepesine doğru baktım ki adı ve soyadıyla orada. bana da bayağı fark atmış. bir sigara yaktım. artık kendisini bulabilirdim ama öylesi bir kızın mutlaka sevgilisi olur dedim. ilkokulda bile sadece kendi sınıfımızda bilinen 3 aşığı vardı. 17 yaşında boş bırakırlar mı? içimden kopan parçalar bir daha asla gelmeyecekti. oradan ayrıldım.
yine yıllar sonra sosyal medya vasıtasıyla evlendiğini gördüm. okuduğu bölüm prestijliydi ama mesleğini öğrendiğimde derin bir oh çektim çünkü öss'de olmasa da kariyer yarışında kendisine sağlam fark atmıştım.
* * burada da küçük bir notum olacak. bence öğrenim hayatı boyunca kızlar erkeklerden daha hızlı gelişiyor ve zekice davranıyor. ancak iş hayatında erkekler genelde inanılmaz hızlı gelişip arayı kapatıp hızla fark açabiliyor.
konuya geliyorum...
radamel'in
admin falcao sandım tweeti işte o bana hediye edilen kolye gibi. saf ve temiz. samimi.
tweete baktığım zaman içim kıpır kıpır oluyor. açıp tekrar tekrar bakıyorum. bu tweete sarılabilir miyim diye düşünüyorum. tıpkı kolyeye yaptığım gibi...
artık 35 yaşındayım ama tweet bana o masumiyeti hatırlatıyor. tweette milyonlarca galatasaray aşığı ve birbirimize olan bağlılığımızı görüyorum. saf ve temiz duygularla. yazarın biri, ilk aşkı anlatan bir yazısında, aşkların en güzeli demişti. en saf ve masumu. çünkü aklınızdan cinsellik dahil hiçbir başka niyet geçmez. menfaat gütmez, sadece seversiniz. ve aslında benim ilk aşkım o eski yengeniz değil, galatasaray'ın kendisiymiş, bunu anlıyorum. çünkü galatasaray'a aşkım ona olandan da eski!..
yazıya "ilk aşkımı hatırladım..." diye başlamıştım. aslında öyle sanmışım. doğrusu bu değilmiş.
doğrusu, bu yazıyı yazarken ve sonunda fark ettiğim üzere, gerçek ilk aşkımın
galatasaray olduğuymuş. bunu şimdi fark ettim. tam 35 yaşında...