22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçından bir hafta sonra, akmasa da damlayan bir yağmur, kapalı tribünde onlarca irili ufaklı "intikam" temalı pankart ve çıkmadık candan ümidini kesmemiş bir taraftar kitlesi önünde oynanan maç.
"kadıköy fobisi"nin 7. senesiyle birlikte yavaş yavaş köklenmeye başladığı zamanalardı. 6-0'lık meşhur maçtan sonra iki lig bir de kupa maçını kaybetmiştik. o sene bitime 4 hafta kala 3 puan önde gidiyorduk kadıköy'e. beraberlik bile "şampiyon" kelimesinden belki bir belki iki heceyi koparmak demekti.
ama hem onur kırıcı hem de heves bitirici şekilde kaybetmiştik. saha içinde ayrı, saha dışında ayrı, stad dışında ayrı dayak yemişti o gün galatasaray ve galatasaraylılar. puan cetveli ekseninden bakarsak hem puan farkını hem de ikili averajı kaybetmiştik.
tarihinin belki de en güçlü fenerbahçe'si ve bir sıkımlık canı kalan galatasaray arasında geçiyordu lig. tıpkı 2023-2024 sezonu gibi, ilk iki haricindeki takımlar çok uzaklarda bir yerlerde kalmıştı. kalan üç haftada fenerbahçe'nin trabzonspor, galatasaray'ın beşiktaş deplasmanı vardı. fenerbahçe'nin iç sahada iddiasız erciyesspor ile, galatasaray'ın iç sahada iddiasız kayserispor ile maçı vardı. bu iki takımın düşme hattında birer takımla maçı vardı. bizimkisi bu maçtı, fenerbahçe'ninki de son hafta efsaneleşecek olan denizlispor maçıydı.
o zamanlar henüz 7 gün 24 saat'e yayılmamış futbol programlarında kendi derbisinden zararsız çıkanın işi götüreceği görüşü hakimdi. hakikaten de kağıt üzerinde fenerbahçe'nin en zor maçı bu maçla aynı anda oynanan
29 nisan 2006 trabzonspor fenerbahçe maçı idi. bir hafta öncenin kalp kırıklığı ile elde avuçta kalan son umut kırıntısını birbirine katık etmiştik.
nitekim zayıf ankaraspor'a karşı çok da zorlanmadan daha 15 dakikada skoru garantiye alıp "mikrofonlarımız trabzon'da" pozisyonuna gelmiştik. ekran başındaki galatasaraylılar olarak "salon 1"
*'den yeşil top şeklinde logolu lig tv'ye dönmüştük. biraz sonra trabzonspor'un golü de gelince bir süreliğine de olsa liderlik koltuğuna oturmuştuk.
o sezon hem galatasaray tarihinde, hem de kişisel tarihimde çok farklı bir sezondu. o zamanları görmeyen/hatırlamayanlar için sayfalarca yazı yazarız ama yine de bir şeyler eksik kalır. posasının suyu çıkmış, onun da bir kısmı sağa sola dökülmüş, bardağın içinde yarım yamalak bişey kalmıştı galatasaray. karşısında çok güçlü bir fenerbahçe vardı. appiah'lara karşı saido'larla direnen, hayal kuran bir nesildik. hele bir de
birinci fatih terim döneminin üzerine gelince yıkıcı etkisi çok daha fazla artan bir süreçti.
o sezon şampiyonluğu hak eden, isteyen bir takım vardı gerçekten. hakemin çizgiden elle çıkan topa devam kararı verdiğinde bir sonraki atakta üç kişi topla birlikte kaleye girecek kadar isteyen hem de. ama bir yandan da saha içinde olsun dışında olsun herşeyi yapması gerektiği gibi yapmış, adeta makine olmuş bir fenerbahçe vardı. şampiyonluk uzaklardan iç çekilerek bakılan bir hayal gibiydi.
işte o şampiyonluğun, bitime iki buçuk maç kala 15-20 dakikalığına bile olsa şöyle bir yaklaşması bile heyecanlanmaya yetmişti. hepimiz biliyorduk; 15-20 dakika sonra skorun döneceğini, şampiyonluğun bize gelmesinin uzak olduğunu.
ya da bildiğimizi sanıyorduk...
meğersem o gün devre arasında yaşanan bir provaymış, meğerse hakikaten birileri senaryonun daha güzel olmasını istemiş...