• 2
    17 mayıs, çılgınca sevincin yaşandığı bir geceydi. nasip olursa şampiyonlar ligi'ni bile kazansak öylesine bir şaşkınlık ve coşku bir arada olur mu bilmiyorum. ama 25 ağustos için büyük bir kulüp olduğumuzun farkına varıldığı gün diyebilirim. yapabileceğimizi öğrenmiştik bir kere. tek soru işareti, dünyadaki en sansasyonel transferlerden biri olan luis figo takviyesiyle real madrid'in çıtayı biraz daha yukarı taşımasıydı.

    ancak maçın başlangıcıyla beraber oyuncularımız heyecan yapmak yerine bu seviyede mücadele edebilecek kapasiteye sahip olduklarını duruşlarıyla, vücut dilleriyle gösterdiler. nitekim maçta da öne geçtik, hagi'nin carlos ile yaptığı makarayı izlerken keyiflendik, yok yere aleyhimize çalınan bir penaltı ile beraberliğin ardından uzatmalarda maçı kazanmayı bildik.

    maçın kazanılmasıyla yaşadığım duygu, çılgınca bir sevinçten ziyade gururdu. artık en büyüktük. 17 mayıs ile 25 ağustos'un farkını sanırım en kısa böyle özetleyebilirim.
  • 11
    uefa cup alınmış lise bitmiş çalışma hayatı başlamış.ergen ergen takılıyoruz. en büyük derdim, nokia 8210 mu alsam 8850 mi alsam diye kararsızlığım. jardel gelmiş, reali hiç boş geçmemiş içimizde bir umut super cup gelir mi? maç başlamış 1-0 öne geçmişiz hakem bir penaltı uydurmuş derken 1-1. uzatmalar başlamış jardel tıklamış formayı çıkartmış golden goal kuralını unutan ben, gole sevinmek yerine formayı çıkarttı kart görecek diye isyanda. jeton düştü ve müthiş bir sevinç. ertesi sabah bütün spor gazetelerini aldım hala saklıyorum biraz sarardılar ama olsun hatırası yeter.
  • 3
    kardeşim ve ben bütün gün elimizdeki krayon boyalarla evimizin bahçesinin tellerini sarı-kırmızı boyamıştık. kale filelerinin takımın renginde olması ritüeli vardı ya eskiden, sonradan beyaz renk mecburi oldu. aynen o şekilde boyamıştık... o zaman 11 yaşındaydım ama dünya şimdikine göre tertemizdi. olmaz ya, şimdilerde öyle bir maça çıksak binbir tane abidik gubidik şeyi dert etmekten ne maçı ne heyecanını yaşayabiliriz. yaşayalım desek de bu internet alemi, bu kendini kaybetmiş toplumun yansıması olan futbol kamuyou yaşattırmaz.
  • 9
    birkaç gün öncesinde ( st gallen maçından 2 gün önce olsa gerek zira kafa badajlı şekilde maça gitmiştim) yazlıkta minik bir olaya karıştığımdan ötürü yarım güne yakın poliklinikte kafamdaki dikişlerin ve bandajların değiştirilmesi ile zaman geçmiş, akşam saatlerinde maçı beşiktaşlı rahmetli kuzenimle izlemiş, 2. golümüzden sonra o 100 kiloluk ayıboğan(öyle derdik ona küçüklüğümüzden beri) üzerime atlamış sevincim bir anda hayatta kalma telaşına dönmüştü :)) velhası güzel bir anıdır sonuçta avrupa nın en büyüğü olmuştuk.

    cimbom'la kimse başa çıkamaz...
  • 8
    anneannem ve dedemlerin evinde, salonda tüplü televizyonda cümbür cemaat izlemiştik maçı. dedem, anneannem, teyzem, dayım, yengem, daha o zamanlar 1,5 yaşında olan kardeşim, annem, babam ve ben bir aradaydık. onca saydığım kişi arasından sadece ben, babam ve yengem galatasaraylıydık. ama anneannem bizim kazanmamız için dua okuyordu, annem galatasaray kazanınca oğlu ve eşi sevinecek diye bizi destekliyordu. kolumda , hatırlayan hatırlar, casio'nun televizyonun sesini açıp kapatan-kanal değiştiren saati vardı. sürekli dayıyordum sesi sonuna kadar hagi'yi, jardel'i duymak için. altın gol gelince bağıra bağıra sarılmıştık baba-oğul. allaha çok şükür beraber statta covid-19 öncesi maçlara gitmeye devam da ediyoruz hala baba-oğul. o gün o salonda oturan herkes de hayatta aslında ama jardel'in golü sonrası ayağa fırlayıp alkış tutan dedem zor yürüyor, dua okuyan anneannem ismimi bile bazen zor hatırlıyor. işte bu yüzden bu tarz başlıklar insanı hem neşelendiriyor, hem de üzüyor galiba biraz.
  • 12
    11 yaşında bir çocuk olarak inanılmaz bir heyecan yaşamak. o yaşlarda olmanın gereğiyle "okul zamanı"na gelen uefa finalini kesintisiz olarak yaşayamamıştım. futboldan falan yeni yeni anlamaya başladığım dönemlerdi aslında. o dönemler cine 5 vardı ve maçı şifresiz izlemenin tek yolu kahvehaneye gitmekti. şimdiki gibi kapalı alanda sigara içme yasağı falan da yok, ufacık bir çocuk olarak babamın yüreği elvermezdi beni oralara götürmeye. 1998-99 sonu derbiler ve şampiyonluk maçı ile yavaş yavaş siftahı yaptığım bir sezondu. 1999-2000 hem kafanın biraz daha ermeye başlaması, hem de sezonun olağanın üzerinde bir sezon olması sebebiyle biraz daha hakim olduğum bir sezondu.

    tipik bir yaz tatilinden de farklıydı o yaz. ilkokul bitmiş, bir takım sınavlar geçilmiş, aileyi gururlandırılacak bir okula girilmiş. yine de tüm bunları sadece mutlu bir heyecan içinde bekleyen bir çocuk ve ondan daha küçük bir kardeş olarak takılıyoruz yaz günlerinde. demirci olan rahmetli dedemin kendi yapıp bahçemize diktiği bir pota vardı, onun tepesine bayrağı asmıştık. 21 mayıs 2000 galatasaray istanbulspor maçında ali sami yen'de kale fileleri sarı-kırmızıydı ve numaralının gölgesine avrupa fatihi yazılmıştı. bahçedenin tellerini boyalarla boyamıştık sarı-kırmızı şekilde, yere de taşlarla avrupa fatihi ve benzeri bir iki slogan yazmıştık.

    çocuk aklı işte...

    o günün gündüz bölümüne dair hatırladığım olaylar bunlar. akşam ise klasik bir maç akşamından farklıydı tabi, sonuçta okul yok ve maçın tamamını izleyebileceğim. bir cuma gününe denk gelmişti ve ironik bir şekilde çok koyu galatasaraylı birinin düğünü vardı. adam bir yıl önceden almış tabi tarihi, kimin aklına gelirdisi bir kenara şimdiki gibi internet vs. yok ki açıp fikstür bakasın. bizimkilerin düğüne gidip geldiğini hatırlıyorum, sonrası zaten maç saati işte. üzerinden 20 yıl geçmiş, dakika dakika defalarca anlatılmış maçı anlatmaya gerek yok.

    maçı ve kupayı kazandıran golde jardel'in aslında bir vuruş pozisyonunda olmamasının da etkisiyle bir anlık bir dumur olmuştum. sonrasında jardel pek sevinmeyince "avrupalı futbolcu tabi bizim gibi aç değil böyle şeylere" diye geçirmiştim içimden.

    meğersem altın gol olduğunu unutmuş...
App Store'dan indirin Google Play'den alın