sevişmek vardır, sevişmek vardır. ortası delinmiş sabunu vücutta gezdirerek okulun, işyerinin, mahallenin en güzel kızını hayal etmek de aynı hissi verir, "eh işte idare eder" ama aşık olunan kızla güzel kokular, mumlar eşliğinde... anlattırmayın işte, anlayın. zira fantezi dünyamı buralara dökerek konudan sapmak niyetinde değilim. sivas maçından beri ne kadar da özletti
ali sami yen stadı kendisini. deplasman maçları, 6+2lik ligde türkiye'nin maç yapmadığı haftada verilen
milli maç arası derken. deplasman maçları sabunla hallenme eylemiyken, hayal edilen kız,
ttnet arenaydı. bilgisayar sandalyesinde otururken çayımızın şekerini karıştırıp yeni stadımızın hayalini, internet sitesinden inşaat görüntülerine bakınırken kuruyorduk. uzun zamandan sonra görülen ali sami yen stadı da çok güzel olmayan ama aşık olunan kızdı. tribünlerde taraftarın harika organizasyonları, ertem şener'in tabiriyle "
muhteşem ali sami yen orkestrası " ; tribünler boş olduğunda bile görülen sarı kırmızı koltuklar fantezi dünyamızın ulaşabileceği son noktanın bize verdiği hazdı. ha, ne? bu benzetme silsilesinde ortası delinmiş sabunu mu soruyorsunuz? o da anadoludaki stadların berbat zeminleriydi.
futbolsuz kalan bu günlerde; biz de beynimizi bize dayatılan başkaca şeylerle doldurduk. misal
kurtlar vadisi'ni ve
beyaz'ı aynı anda sevebilenler, günlerce beyaz'ın kurtlar vadisi'nde oynamasını seyretti. benim gibi her ikisini de sevmeyenler yine ortada kaldı. ben belgesel izliyorum efendim. bir de; facebooklarda hep dönen, haber programlarına çıkan bir 3lü vardı:
ajdar anık ahu tuğba yalçın çakır... ohh lan, teslise gel.
maldonado - josico - selçuk bile bu denli şenlendirmiyor gönlümü. bu 3lüyü kare as yapmıyorum. kendi halinde bir garibanken görsek " zavallı amele " diyeceğimiz, televizyona çıkınca dalga geçtiğimiz müslüm'e tek lafım yok. çünkü o tuhaf dansının her gece diskoya gidip de benzer figürleri sergileyen kekolardan tek farkı, dansın karanlıkta değil de ışıklar altında yapılmış olmasıydı nezdimde.
ne kadar değişiyor geçmişten günümüze herşey; üstelik kötü yönde. müzeyyen senar'ı, hamiyet yüceses'i, sabahat akkiraz'ı, ayhan ışık'ı, sadri alışık'ı yetiştirmiş bu topraklar, nasıl olur da bugün böylelerinden geçilmeyeb bir yer haline dönüşür? geçmişindeki güzellikleri gelecekte daha da parlak hale getirme yolunda ilerleyen ender şeylerden birine o kadar aşığım ki, gün geçtikçe de daha çok aşık oluyorum; adı
galatasaray .
değişmez kuraldır, illa ki zor geçer manisa deplasmanları. bir dakika lan! bu deplasman değil ki. ah bilemezsiniz, ne kadar gözümde tütüyormuş ali sami yen. en son sami yen maçında havaların yavaştan soğumaya başlamasından dem vuruyorduk. şimdi forma giymeye başlayacağımız havalara özlem duymaya başladık bile.
zaman mekan farketmiyor, manisa galatasaray'a hep ters geliyor. gerçi hava muhalefeti vesilesiyle otobüsle gelmeleri performanslarının düşeceğine dair şüphe uyandırmıştı bünyemde ama bu şüphelerimi boşa çıkarttılar. ama ters gelmeleri hiç de antipati yaratmıyor. ligin en renkli ve her zaman bu ligde bulunması gereken takımlarından birisi manisaspor. bir de doğru düzgün stadları olsa...
bu maçta önem verdiğim şeylerin en önde gideni, ertesi sabah gazeteleri açtığımda yıldız tablosunda
tobias linderoth'u da görecek olmamdı. hacca gidip gelmiş gibi huzur doluyor içim. bu adam, 3 sene önce genç yetenek olup da bugün talihsizlikleriyle
umut kesilen adam olan
emre güngör gibi olmayacak galiba. takımdan ayrılmasının nedeni sürekli sakatlanması değil, birkaç sene sonra yaşının kemale ermesi olacak galiba. belki takımdan ayrılınca yerine tobias'ın bir üst modeli gelir, defansa yardımlarının yanında ileriye yönelik katkılar da sağlar, yeri gelir orta saha yayından taşıdığı topu a-acayip bir vuruşla gol yapar, yeri gelir kanatta top sürerek yaptığı ortayla asist yapar. takımımızın xavi'si olur. hatta bu isim yerli olur. hatta altyapıdan yetişmiş olur. neden şaşırıyorsunuz ki? rijkaard takıma geldiğinde hepimizde bu umut yok muydu? önemli olan inancı kaybetmemek, ben kaybetmedim, yıllar geçse de bu kenar yönetimine inancımı kaybetmem.
altyapıdan yetişmiş oyuncu demişken; bir söz var: "grip 'yatsan da bir haftayım, kalksan da' demiş" . yedek kulübesinde de taraflı tarafsız herkese kendini sevdirebilen, altyapıdan yetişmiş bir adam var:
arda turan. biz sıradan grip geçirirken bile tavuk çorbalarıyla, c vitamini yüklemeleriyle beraber 1 hafta isirahate çekiliyoruz. rijkaard'ın bugüne dek gördüğüm tek hatası.
sonra? sonra, futbol sahalarında ender görülecek bir gol. kornerden ön direğe yapılan orta, orta da değil bir top yuvarlamaca, arka direğe aşırtılan top, oyuncularımızın "ne oluyoruz lan?" bakışları arasında simpson'ın attığı gol.
başa dönüyorum; simpson'a arka direkte ekiz yatak atıp hatunla yiyişebileceği kadar boş alan bırakan defans ortası delinmiş sabun, arka direğe bir ademoğlu dikmeyi akıl edemeyen kaleci müslüm'ün dansları kadar kavundu.
simpson demişken aklıma geldi. daha önce,
homer simpson türk olsun kampanyaları gibi "harry kewell türk olsun, sünnet olsun" diyenleri gördüm. oldu anam, başka? istersen bir de bıyık bıraksın, sonra 5-10 allah ne verdiyse lehmacun yesin, sonra o lahmacunlar helada bünyesini zorlarken kapısı çalınırsa çömdüğü yerden kapıya bir yumruk atsın. bu olmadan rahat etmeyeceksin galiba.
yapılan sevgi gösterileri mi daha sahte acaba, yoksa müslüm'ün dansları mı? "bu yaşıma geldim, ben ensemi yaparım, gelmişim türkiye'ye bu saatten sonra türkiye'de tutunmak için mi çalışayım?" demeyip geçen seneki performansının üzerine koyan kewell'a buradan saygılarımı sunuyorum. o'nun golünü irdelemeye gerek bile yok. sen her sahici sevgiyi hak eden birisin kewell.
sevgili dostlarım; simpson öyle bir anda attı ki golünü, artık galatasaray
dönülmez akşamın ufkundaydı. beraberlik kaçınılmaz hale gelmişti. ulan
kendinden güçlü takıma son anlarda beraberlik golünü atan futbolcu, o gol sevincini yaşarken hiç mi düşünmezsin rakibinin taraftarlarını ne kadar kahrettiğini?
gelen bir puana kimse sevinmiyordu maçtan sonra. takımı eleştiren çok insan vardı. siz kulak asmayın onlara efendim, onların tek derdi fenerbahçe'nin puan kaybettiği haftada rakibin önüne geçememiş olmak. yoksa onlar için fenerbahçe'nin 13. olduğu bir ligde galatasaray'ın 12. olması kafi bir başarıdır.
galatasaray tarihinde ilk kez beraberlik almıyor. karalar bağlamaya hiç mi hiç gerek yok. ben manisaspor'a verilen 2 puanla, fenerbahçe maçında bırakılan 3 puanla bir hafta boyunca üzülmekte bir mantık göremiyorum. en nihayetinde bizi şampiyon yapacak olan bu maçtan alınan bir puan, kasımpaşa maçında alınan 3 puan ve bütün bu puanların toplanmasıdır. maçların bütününe bakmak gerek, tek tek didiklersek hepimiz hastalığa yakalanırız stresten.
galatasaray doğru yolda ilerliyor. hücum yapmayı zaten iyi biliyorduk. şimdi bu özelliğimize bir de iyi defans yapmamız ekleniyor. son zamanlarda verdiğimiz pozisyon sayısındaki gözle görülür düşüş buna bir işaret. ne yani, siz değil miydiniz "pozisyon vermeyelim bu kadar gol atmasak da olur" diyen?
herşey yavaş yavaş ilerliyor. defans yapmayı da öğrenecek galatasaray. herşeyi hata yapa yapa öğrenecek. sonunda da ortaya takır takır oynayan bir galatasaray çıkacak.
maçtan sonra medyada rijkaard'ı eleştirenler vardı yine. fakat bu sefer rijkaard'ın futbol ve taktik bilgisine sallayana rastlamadım. rijkaard'dan yedikleri ayarlarla mı, insafa gelmeleriyle mi, yoksa "ulan senin 'futbol dahisi' dediğin adam emre sakatlanınca oraya santos'u koyuyor" diyecek kitleden çekinmesiyle mi ilgisi vardır acaba?
hemen cuma günü bir bursa maçı var. bursa zor deplasmanmış, feribotla gidilecekmiş, acaba sonuç ne olurmuş... hiç bugünden sıkıntıya girmeyeceğim. sonuçta galatasaray tarihinde ilk kez mağlup da olmayacak, ilk kez kötü oynayıp da kazanmayacak. yapılan hataları da bizden çok daha iyi analiz edecek bir teknik ekip bursa'da hazır bulunacak.
ben mi? ben işime gücüme bakacağım. diskolarda karanlıklarda dans eden müslümlerin aydınlıkta yapacakları rezilliklere katlanacağım. ama içim çok rahat. cuma günü galatasaray istenilen seviyeye bir adım daha yaklaşacak.
(bkz:
rijkaard in bir bildiği vardır)