ortaokula gittiğim senelerdi, sabahçıydık ve öğleden sonralar akşama karanlığına kadar top oynadığımız özlenesi müthiş zamanlardı. galatasaray için de güzel günlerdi, show tv reklamlı, umbro markalı parçalı formalarla kalli'nin okan, mustafa, tugay, suat, hakan, hamza gibi genç oyuncularla yusuf, falko, stumpf gibi tecrübelileri bir arada buluştuğu kadrosu o sene yüzümüzü güldürüyordu. yine bir gün okuldan çıkmıştık da, çarşambaları yaptığımız mahalle maçını ertelemiştik, galatasaray'ın trabzon'la kupa maçı vardı, şifre filan yoktu o zaman televizyonda, canlı yayın vardı, doyasıya izlerdik maçları. her zamanki gibi galatasaray yine iyi başlamıştı, "papen" mustafa ile de golü bulmuştu bordo-mavili rakibi karşısında ve rövanş maçında rahatlamak için daha fazlasını ararken o zamanlar "cim bom bomun öz evladı" dediğimiz "bücür" okan'ın acı feryadı spikerin sözcüklerini boğarak evlerimize kadar yankılandı. ayağı kırılmıştı okan'ın, göz bebeğimizin, genç yıldızımızın... top oynarken, komşunun bahçesinden ayva aşırırken bizim de oramız buramız çizilirdi de "kırık" nedir bilmezdik, o gün ekran başında yaşadık okan'la birlikteo berbat duyguyu, onun acısı bizim acımız oldu, bugün bile o pozisyon dün gibi gözümün önündedir...
cumartesi günü rize'de maçın 67. dakikası oynanırken emre akbaba ile samudio'nun yerde kaldığı pozisyonda hakem oyunu durdurduktan sonra muslera'nın çırpınışlarını görünce, tugay ve yusuf'un okan'ın ayağını tutup can havli ile doktorları çağırmasını anımsadım. kaderin cilvesi ya, emre akbaba'nın ayağının kırıldığı maçta rakip takımın hocası da "bücür" okan buruk'tu, maçı televizyondan yorumlayan da tugay kerimoğlu. pek fazla söze karışmayı sevmeyen tugay zaten o pozisyondan sonra iyice sustu, onun için maç o dakikada bitti, bu sakatlığın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. okan buruk da saha kenarında pek tabii ki üzülmüştür, kendi yaşadıkları gözlerinin önüne gelmiştir... yayıncı kuruluşa neler söyledi bilmem de basın toplantısında emre'ye geçmiş olsun dileyerek başladı ve sonrasında hakem konuştu durdu. oysa, "ayağı kırılmış ve belki de futbol hayatı tehlikeye girmiş bir oyuncunun yaşadığı acılar sıcakken, konuşulacak başka bir şey yoktur" deyip o masadan kalksaydı, insani tarafı ile takdir toplayacak, inter'e transferi öncesi yaşanılanlar ve ankaragücü maçında galatasaray formasına yaptığı vefasızlığı bir nebze bağışlayabilirdik...
bizim düşündüğümüzü yapmadı, belki kendince başka şeyler konuşması gerekliydi, konuştu... onun düşüncesi, onun kişiliği...
gencecik yaşta 1 sene kadar yeşil sahalardan uzak kalacak kadar kötü sakatlanıp, futbol hayatı bitme riski yaşanılan bir sakatlığın olduğu maçtan sonra sahada yaşanılanlar ikinci planda kalıyor, hatta insanın yazı yazası dahi gelmiyor. ki biz uzaktan bu kadar etkilenmişken, birlikte yemek yediği, aynı odayı paylaştığı, idmanlarda şakalaştığı, boş vakitlerde beraber zaman geçirdiği arkadaşlarının ruh halini hayal bile edemeyiz. rizespor'un attığı ikinci golde pırpır gibi her tarafa yetişen mariano'nun fil gibi ağır hareket etmesini, iki adım yanındaki arkadaşına pas atamayacak hale gelmesini başka nasıl açıklayabiliriz ki?
en nihayetinde profesyoneldiler, oynanması gereken bir oyun vardı ve emre için kazanılmalıydı, hatta sadece rize'deki maç değil, son iki haftada da galip gelinip, aynı sezon ikinci defa ayağı kırılan emre akbaba'ya armağan edilmeliydi şampiyonluk... çok rahat kazanılacak maçı zora sokup, uzatmalarda da olsa kazandı galatasaray ve hastanedeki arkadaşının da acısını bir nebze hafiflettiler.
peki maç sonunda rizespor-galatasaray maçıyla alakası olan olmayan yönetici, teknik direktör, gazeteci, televizyoncunun kopardığı fırtınaya ne demeli? "türk futbolunun kara gecesiymiş", rizespor'u doğramışmış hakem, lig şaibeliymiş, miş ve miş... ağzı olan konuşuyordu, akıllı telefonu olan sosyal medyaya veriyordu zehri...
kötü bir maç yönetmişti serkan çınar çünkü koca sezon boyunca bir çok hakemin galatasaray aleyhine kolayca düdük çalıp, lehine olan anlarda ise üç maymunu oynadığı pozisyonlarda meslektaşları gibi pısırık davranmamış ve cesurca karar vermişti.
kötü karar da vermişti serkan çınar... diagne'nin penaltı atışı esnasında senegalli oyuncunun yanına kadar rizeli bir futbolcu ceza sahasına erken girmişken atışı tekrarlattırmayıp maçın erken kopmasını önlemişti.
kötü bir karar vermişti serkan çınar, onyekuru'nun ayağını vuran rakibinin hareketine penaltı verirken çünkü galatasaray-trabzonspor maçında marcao aynı şekilde rakibine vurduğunda penaltı çalmadı diye ümit öztürk'e düdük astıracak şekilde isyan edenlere şimdi "penaltı değil" diye naralar attırıp, niyetlerini meydana çıkardığı için...
rizespor başkanı, yöneticisi, topçusu ve taraftarına da soralım, "nedir bu hırs, bu kin, bu nefret?" avrupa kupalarına gitme hedefinizi anlıyorum, maçı kaybedin de demiyoruz, federasyonun vereceği galibiyet primini de biliyoruz da maç öncesi rizespor başkanının soyunma odasına kadar inip, futbolculara galibiyet primi vaat etmesini, yeşil-mavili taraftarların sokaklarda "suriyedir galatasaray" diye tezahüratlarda bulunmasını, futbolcuların sahada ayak kıracak kadar sertleşmesini, bazı galatasaraylı yöneticilerin tribünde darp edilmesini, kulüp başkanının maçtan sonra "silahım olsa hakemi vururdum" diyecek kadar kontrolden çıkmasını inanın anlayamıyorum... geçen sene trabzon iç sahada bursaspor'a yenilerek rize'nin düşmesini sağladı da bu kadar "tehditvari" sözler duymadık televizyon ekranlarında. nedir bu galatasaray düşmanlığının sebebi?
"kendi düşen ağlamaz" derler, galatasaray'ın şampiyonluk yolunda bir tekme atıp belki de başakşehir'e "kıyak" yapma amacınız var ama unutmayın seneye de bu ligdesiniz ve trabzon'un yaptığını pek ala galatasaray da yapabilir. o vakit hatırlarsınız bu günleri...
gelelim diagne'ye... galatasaray'a transfer olacağı gün gomis'le akmerkez'de çekilmiş oldukları fotoğrafı anımsayanlar olacaktır. bir tarafta şık bir takım elbise içinde filinta gibi giyinmiş gomis, yanında bel çantalı, "çakma" benzeri nike eşofmanlar içinde diagne. birbirleriyle kıyafet konusunda tamamen zıt olan bu ikilinin, karakter yapılarının da zıt olduğunu fark ediyoruz seyrettiğimiz her geçen maç. balotteli'ye mi özeniyor, başka bir idolü mü var bilmiyorum ama senegalli golcünün karakter analizini yapmak oldukça zor. iyi niyetle sahada mücadele ediyor, arkadaşlarına alanlar açıyor, gol için çaba sarf ediyor da kimseyi takmayan ruh haline bürününce hiç de sempatik durmuyor. rizespor maçında ekranlara yansıyan sinan'la olan tartışmaydı ama esasen fatih terim'e de karşı gelmişti, hoca diagne'nin kaçırdığı ilk penaltıdan sonra penaltı atmasını istememişti.
"eğer kendi varlığımı sevmezsem, yaşamaya nasıl devam ederim ki?" diyordu nikolay vasilyeviç gogol, bir delinin hatıra defteri'nde. "o penaltıyı atmazsam gomis'in rekorunu nasıl kırabilirim ki" demiş olmalı diagne ve topu kimseye bırakmamıştı. kazanmak için cesur olmalısın ve kazanan haklıdır derler, golü atıp, arkasından da galibiyet golünü rizespor filelerine yollayınca herkesi susturdu. tam tersi olsaydı, bugün maçın hakemi değil, diagne konuşur olurdu.
konya ve rize deplasmanlarında gördük ki diagne, mariao jardel gibi tek vuruşluk santrafor. iyi orta gelirse vuruşu yapar, rizespor'a attığı üçüncü gol gibi tabelayı değiştirir ama top sürüp, kaleciyi geçmesini beklemek "polyannacılık" olur. o konuda eksiklikleri maalesef ki var.
rize'de "kazanmak ya da kaybetmek" başakşehir maçı açısından çok bir şey değiştirmeyecekti, zira şampiyon olmak için her şartta başakşehir'i yenmek gerekiyordu, bu galibiyet sadece galatasaray için sivas deplasmanına gitmeden şampiyonluk kutlama şansı sağlamış oldu. lakin pazar gecesi yapılacak olan "lig finalinden" önce galatasaray'ın akhisar ile oynayacağı bir kupa finali var ve futbolcular önce türkiye kupasını, sonra da lig şampiyonluğunu bir hafta içinde kutlayabilirler. ama cumartesi günü maçtan sonra yaşanılanları görünce bu haftanın kolay geçmeyeceği ve başakşehir maçının hakemini etkilemek için rakiplerin dört kolla çabalayacağı açık bir gerçek...
maçtan fotoğraflar ve kaynak için link:
https://ultrasmovement.blogspot.com/...r2-3galatasaray.html